..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Mehmet Dönmez




20 Ocak 2003
Cekedin İçinde Kırılan Gurur  
Bir anlığına silkinen ölü bir kasabanın öyküsü

Mehmet Dönmez


Şu sıralar duyduğunuz salâ ise önceki gün öldürülen Terzi Rıza Abbasoğlu için. Bugün okunan ikinci vefât salâsı.


:BCII:
   Burası Çekirgecik kasabası. Kasabadaki en yüksek tepe olan Kolsuz Tepesi’nden aşağıya doğru bakarsanız gözünüze ilk çarpan maden ocakları ve kömür siloları olacaktır. Bu siyah giyinmiş araziye daha dikkatli bakarsanız arasında kamufle olmuş evleri ve insanları görebilirsiniz. Günlerinin çoğunu çalışarak geçirdikleri için buradaki insanların birbirlerinden pek haberleri yoktur. Bunların çoğu akciğerleri tamamıyla kömür zerrecikleriyle dolana kadar maden ocaklarında çalışırlar.

   Kasabanın merkezinde üç bakkal, üç kahve, bir terzi, bir ilköğretim okulu, iki cami ve bir sağlık ocağı var. Ama buraya atanan doktorlar kasabada uzun süre kalmadığı için genelde sadece pansuman yapılan bir yer burası.

   Kasabanın daracık toprak yolundan etrafa kömür tozları serperek geçen gürültülü kamyonlar ve bazen maçlardan sonra kavga eden taraftar gruplarını saymazsak, genelde sakin bir yer burası. Yalnız, şu sıralar burada bir hareketlilik var. Ülkedeki genel seçimden dolayı kasabanın meydanlarında ve sokaklarında parti bayrakları ve kömür karası duvarlarında hemen göze çarpan renkli seçim afişleri var.

   Şu sıralar duyduğunuz salâ ise önceki gün öldürülen Terzi Rıza Abbasoğlu için. Bugün okunan ikinci vefât salâsı. Terzi Rıza’nın ölümü herkesi çok şaşırttı; çünkü 22 yıl önce komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınan ve bundan üç gün sonra kasaba çöplüğünde ölü bulunan İbrahim Sapmaz’ın faili meçhul cinayetinden bu yana burada hiç cinayet vakası yaşanmamıştı.Terzi Rıza’nın cinayetini daha iyi anlayabilmek için isterseniz bir gün öncesine dönelim.

   Kasabanın tek terzisi olan Rıza dükkanına gelen müşterisi Mustafa Akça’ya bağıra çağıra bir şeyler anlatıyordu. Kasabada sayılan bir öğretmen olan Mustafa’ nın sürekli saatine bakmasından belli ki acelesi vardı. Ama Rıza öyle coşkulu konuşuyordu ki Mustafa araya girmeye çekiniyor, can kulağıyla dinliyor gibi ara sıra kafasını sallıyordu.Rıza coşkusunu kontrol edemeyip ara sıra elini masaya vuruyor, peşinden düşmesinler diye masadaki çay bardaklarını tutan müşterisi Mustafa’ ya kusura bakma dercesine gülümsüyor, ama hararetle içine daldığı mevzuyu sürdürmeyi de ihmal etmiyordu.Yalnız masaya son indirdiği yumruk bir açıklama yapmasını zorunlu kılacak kadar sert olmuştu.

   - “Aman azizim! Korkuttum sizi galiba, çok özür dilerim. İşte bu ahlaksız, namussuz liderler yüzünden bu zavallı terzi böyle sinirli oldu. Bu adamlarda hiç acıma yok. Halk ne kadar perişan duruma düştü; ama beyefendilerin hiç umursadığı yok. Aşağılık insanlar bunlar azizim ”

   Terzi Rıza hararetli hararetli konuşurken dükkanının giriş kapısında bir gölge belirdi. Gölgenin kapıya yavaş yavaş yaklaşmasından huzursuzlaşan Rıza konuşmasına ara verdi. Kapıya yaklaşan kişinin içeri girme konusundaki kararsızlığı açıkça belliydi. Gölgesi iki kere ileri geri gittikten sonra kapıdaki yüz belirdi. Bu, geçen ayki ocak çöküntüsünde ölen maden işçisi Yusuf Korkmaz’ın ortanca oğlu Deniz’di. Hava soğuk olmasına rağmen üzerinde sadece ince bir gömlek vardı. Çekingen bir tavırla çıkardığı anlaşılmaz sesler ve bir dakika kadar süren öksürük nöbetinden sonra konuştu:
   - “ Merhaba Rıza Amca. Biliyorum, önceki ay aldığımız pantolon, ceket ve siyah iplikten dolayı sana borcumuz var ama sen de biliyorsun ki ailecek zor bir dönem geçiriyoruz.Öhö!Öhö! Şimdi olmasa da borcumuzu pek yakında ödeyeceğiz. Abim şehre iş bulmaya gitti. Zeki adamdır abim, parasız gelmeyecektir. Senden ricam, benden rehin aldığın cekedi vermen. Kışa girdik sayılır, kardeşim Sinan bronşit oldu. İyice hasta olmadan cekedi verirsen bir de doktor masrafıyla uğraşmayız.”

   Mustafa’yı yeni farkeden Deniz ona doğru döndü:
   - “Hocam merhaba. İnanın farketmedim. Kardeşim Sinan için koşturmaktan sağımı solumu göremiyorum. Nasılsınız?

Mustafa:
   - “ Sağol Deniz, iyi sayılırım. Sinan 2 haftadır derslere gelmiyor. Çok zeki, başarılı bir çocuk. Çok mu hasta?”
   - “Şu anda evde yatıyor ama yakında iyileşecek inşallah. O zaman okula devam edecek tabi. Onun en çok doktor olmasını istiyorum hocam. Buranın kendi içinden çıkan bir doktor ancak, böyle havası zehirli lanet bir kasabaya tahammül eder.Ancak bunun için çok para .......”

   Deniz sözünü bitirmeden Rıza öfkeyle araya girdi:
   - “İki tane büyüğün konuşurken araya girdiğin için seni şimdi döverdim ya, dua et hocan burada. Hem siz ne onursuz adamlarsınız be! Baban öleli bir ay oldu, hala borcunuzu vermediğiniz için rahmetliyi bahane ediyorsunuz. İnsanda biraz gurur olur. Ben, emeğimle para kazanıyorum. Sabahtan akşama kadar uğraşıyorum burada. Ne için? Siz beleşçilere ceket, pantolon yapayım, para verip aldığım iplikleri veresiye vereyim sonra da üstüne soğuk su içeyim diye, öyle mi? Kardeşini böyle keyfi işlerine bahane etmen de çok ayıp. Allah bilir şimdi cekedi versem, 200 metre gitmeden satarsın yarı fiyatına.”

   Deniz atıldı:
   -“ O nasıl söz Rıza Amca? Nasıl yaparım böyle bir şey? Terzi dükkanını alman için sana sıfır faizle borç para veren eski arkadaşın Yusuf Korkmaz’ ın oğluyum ben! Bizi hiç mi tanımadın? Kardeşime gelince, onun parmağına diken batsa, benim canım yanar. Onun adını senin dediğin gibi basit bir iş için nasıl kullanırım? Evde yatıyor. İnanmazsan gel bak.”

   Rıza:
   -“ Bak sen! İşim gücüm yok, kalkıp oraya gideceğim. Her neyse, parayı getir cekedini al. Daha fazla konuşmayacağım. Şimdi dükkanımı terket ve bir dahaki gelişin borcunu ödemek için olsun.”

   Deniz , kararsızlığından dolayı ağır ağır girdiği kapıdan utanç içinde aceleyle çıktı. Hatta bu kez kapıdaki gölgesini farketmek bile mümkün olmadı. Mustafa’ nın arkasından seslenişi bile bir işe yaramadı.

   Mustafa, ani bir hareketle Rıza’ ya döndü. Yüzündeki şaşkınlık sanki yıllardır ordaymış gibi çok net bir şekilde görülebiliyordu. Ellerini başının arasına alarak Rıza’ya seslendi.
   - “Böyle kötü durumdaki bir insana nasıl böyle davranabilirsin? Babasını yeni kaybetti ve kardeşinin hasta olduğunu söylüyor. Abisi de çalışmaya gitmiş, borçlarını verecekler yani. Bu garibin cekedini rehin almak neden?”

   Rıza:
   - “Azizim, gerçekten çok iyi niyetli bir insansınız ama hiçkimse düşündüğünüz gibi değil. Keşke herkes sizin kadar iyi niyetli, benim kadar onurlu olsa.Bana 40 günden beri tam 55 milyon TL borçları var. Bunların niyetlerini tahmin edebiliyorum. Paranın üzerine yattılar, bir de cekedi kurtaralım derdindeler. Bu Korkmaz ailesini oldum olası sevmem. Sadece bir kez evlerine gittim, o da parasız pulsuz olduğum dönemlerde. Terzilik baba mesleğiydi, ama dükkan alacak param yoktu. Kasap Hamit, dükkanını satmak zorunda kalınca Yusuf Korkmaz’ dan istedim parayı. Yüzde elli faiz teklif ettim bir sene sonraki geri ödeme için, reddetti salak herif. Neymiş; bugün bana lazım olurmuş, yarın ona. Faizde ne demek oluyormuş. İşte azizim, buraların tek kalkınamama sebebi Yusuf gibi kafasız herifler.Niyeti de çok açık, ben işleri büyütünce güya dükkanda imtiyaz sahibi olacak tüm veletlerini burada işe sokacak. Hı! Kaçın kurasıyız biz? Her neyse, unutalım bu mevzuyu. Konumuza dönelim. Nerde kalmıştım?..... Ha! Liderler diyordum. İnsan onuruna yakışmayacak bir hayatı reva görüyorlar bize. İnanın ki, şu anda ülkedeki bir çok insanın ilaç alacak parası yok. İnsanlar aç, fakir, üzerlerine giyecek giysileri yok. Bunlar gerçek azizim. Böyle insanlar gerçekten var. Ama iktidar partileri ne yapıyor bunun için? Onu da geçtim bu kasabadakiler ne yapıyor? Sanki bu sadece benim meselem. Sanki bu aydınlanma hareketi yalnızca benim dükkanı aydınlatacak.Ama Allah her şeyi görüyor. Göreceksin, herkes hakkettiğini alacak.”

   Mustafa merakla sordu:
   - “Hangi aydınlanma hareketi bu?”

   Rıza kapıya doğru yaklaştı, perdeyi hafif çekip, elektrik direklerinin arasına çekilen ipte sallanan Büyük İlerici Parti (BİP) yazılı seçim afişini gösterdi ve coşkuyla haykırdı:
   - “İşte budur azizim. Bence bize gereken bu. Bu ülkeyi ve tabi ki bu kasabayı da tek kurtaracak güç bu aydınlanma hareketi. Ben de milletvekilliği için aday adayı oldum. Her şey bu ülke ve Çekirgecik Kasabası için. Ama karşılığında da şimdiden 1 milyar harcadım. Eee, vatan sevgisi bu, hiçbir şeye benzemiyor.Gerekirse dükkanı da satarım.Ama çok şükür şimdilik gerek yok. İşlerim iyi; daha yamamam gereken bir sürü özürlü ceket ve pantolon var. İşlerim iyi; çünkü bu kasabanın onurlu bir terzisiyim ben. Gerçi kasabadaki tek terzi olmamın da biraz etkisi olabilir. Eeee.....Liderler hakkındaki düşüncelerimi nasıl buluyorsunuz üstat?”

   Mustafa:
   - “Genel şikayetlerinize katılıyorum tabi, bu kanı şüphesiz herkes için böyledir. Ama şu anda ülkenin kötü durumda olmasının sebeplerini biraz daha geniş araştırmak gerekir bence. Birilerine küstüğümüz için başka birilerini o koltuğa, uğruna ne büyük yalanların söylendiği o koltuğa oturtursak bir dahaki seçimde aynı duruma düşebiliriz. Keza, tarihimiz bu bahsettiğim duruma düşmekten ibaret. Bir de dört- beş yılda bir umutlanan bizlerin zamanı süpürürken yuttuğumuz ve içimizde gün be gün biriktirdiğimiz, ancak ölürken farkettiğimiz tozlar var. Belki de bu tozları yutmamak için oraya halkın kendi iradesi oturmalıdır.Ama tabi bundan önce halka da bir irade oturmalıdır.”

   Rıza sinirlendiğini gizlemek için kendini zorlayarak:
   - “Şu okumuşlar tayfasının cümlelerini bir türlü anlayamıyorum. Üstat, ben anlamıyım diye mi böyle karışık konuşuyorsun yoksa sen basit konuşuyorsun da ben mi anlamayacak kadar cahilim.Allah için söyle bana!”

   Mustafa elindeki kağıt mendille yüzünü silerek cevap verdi:
   - “Sen benim söylediklerimi düşünüp sorgulamayacak kadar tembelsin bence. Bu arada üstüme tükürmeden konuşursan sevinirim.”

   Rıza gayet pişkin bir şekilde cevap verdi:
   - “ Tükürük değil azizim, baloncuk. Şu baştakilere o kadar sinirliyim ki istemeden üzerinize baloncuk atmak suretiyle sizi nemlendiriyor olabilirim. Bu vicdansız liderler yüzünden, konuşurken coşkumu kontrol edemiyorum azizim. Ama isterseniz, özür dileyebilirim, ben onurlu bir insanım.”

   Mustafa ayağa kalktı, dükkanın içinde volta atmaya başladı. Bir yandan da terziye cevap verdi:
   - “ Gerek yok. Yalnız şu cekedimin söküğünü bir an önce yamarsan sevinirim. İkimizin de acelesi var. Yirmi dakika sonra, göçükte ölen ve yaralanan madencilerin ailelerine yardım etmek ve şu anda çalışan madencilerin çalışma koşullarının düzeltilmesi için ne yapabileceğimizi belirlemek için Çekirgecik Derneği’ndeki toplantıya katılmalıyım. Görüyorum ki senin de yamaman gereken bir sürü özrün var.”

   Mustafa’nın gözleri Rıza’ya söylediği sözlerdeki çift anlamlılığı işaret edercesine parlıyordu.

   Mustafa’nın sözcük oyununu anlamadı mı yoksa bozuntuya vermek mi istemedi bilinmez, Rıza hemen cevap verdi:
   - “Haklısınız, çok konuştuk. Bir sürü özürlü ceket ve pantolon var.Hemen işinizi hallediyorum.”

   Rıza işini hallederken, Mustafa hiç konuşmadı. Giriş kapısına doğru yaklaştı, perdeyi hafifçe araladı, etrafı gözetlemeye başladı. Dışarısı pek tenhaydı. Yalnız ara sıra geçen kömür kamyonlarının sesleri duyuluyordu. Büyük İlerici Parti’nin afişleri her taraftaydı. Üzerinde her seçimde görülen sıradan sloganlar vardı: “BİP’ e oy verin, rahat edin!”, “BİP’ i görmeden karar vermeyin”, “Bir elin nesi var? BİP’ in sesi var.”. Mustafa yüzünde beliren alaysı tebessümle afişleri okurken Rıza seslendi:
   -“Azizim, sizin işiniz halloldu. Buyrun cekedinizi, borcunuz üç milyon TL.”

   Maaşını o günün sabahı almış olan Mustafa cebinden bir tomar para çıkarttı. 58 milyon TL sayarak masaya bıraktı ve Rıza’nın yüzündeki şaşkınlığı gideren açıklamasını yaptı:
   -“Rahmetli Yusuf Yiğit’ e borcum vardı. Deniz dükkandan çıkarken sesimi duysaydı o zaman verecektim.Her neyse... Akşam Sinan’ ı ziyarete gideceğim, o zaman konuşurum Deniz’ le. Çocuk gelince cekedini ver.”

   Mustafa kapıya doğru yürürken cekedini giydi ve ansızın arkasına dönüp Rıza’ya uzun uzun baktı. Rıza’yla hayatındaki son konuşmasını bu arada yaptı:
   -Rıza! Halkı rezil duruma düşüren kim demiştin?
   -Baştakiler tabi ki üstat
   -Peki bu insanlara ne denir?
   -Onursuz, Allahsız!
   -Peki dükkanına gelen savunmasız, yardıma muhtaç bir çocuğu rezil eden terziye ne denir Rıza?
   -...............
   -Rıza uzun süre sessiz kaldı.Bir saat önce konuşurken gözleri alev saçan, masaya vuran, etrafa tüküren adam sanki o değildi. Gözleri tenhalaştı.Sandalyeye çöktü, Mustafa’nın söylediği gibi yaptı, bu cümleyi sorguladı. Doğru muydu acaba Mustafa’nın söylemek istediği? Şu ana kadar hep doğru bellediği onurlu, dürüst ve iyi insan olma kriterleri yanlış mıydı yoksa? O kendisine tapan adam yıllarca kendisine boş yere mi ibadet etmişti, yüceltmişti. Hayır, bu doğru olamazdı. Hayatını bu saatten sonra değiştiremezdi. Onu çekemedikleri için anlamak istemiyorlardı. Bu daha doğru bir açıklama olurdu Mustafa’nın söylediklerine ve Rıza için daha kolay olurdu böylesi. Böyle tavır göstermeliydi hem de kararlılığını gösterecek kadar hiddetli. Elini masaya vurup, ayağa kalktı ve avazı çıktığı kadar bağırdı:
   - “ Sen hayatı sadece kitaplardan biliyorsun be adam! Ben bu serveti elde etmek için nasıl çalıştım biliyor musun?”

   Rıza’ nın sesi dükkanın her yerinde yankılandı, sokağa taştı ve kömür kamyonlarının çıkardığı seslerin arasında kayboldu. Fakat bu soruya cevap vermesini beklediği Mustafa artık dükkanda değildi.

   Mustafa, Çekirgecik Derneği’ne tam vaktinde gelmişti. Kasabanın nüfusu onbeşbin olmasına rağmen derneğe sadece 200 kişi kayıtlıydı ve en kötüsü toplantıya 12 kişi katılmıştı. Oturumu açan maden işçisi ve aynı zamanda derneğin başkanı Andaç Kaya, mevcut iş güvenliği yasalarının ihlal edilen kısımlarını açıklayıp, bu ihlallerin sebeplerini yorumladı. Daha sonra, ocak işletmesinde görevli devlet memuru Ayşe Yener yasaların uygulanması için ne yapılması gerektiğini açıklayan konuşmasını yaptı. Ayşe’nin ardından söz alan Mustafa, yasaların yetersiz kalan kısımlarıyla ilgili yaptığı araştırma sonuçlarını açıklayacakken kasabanın meydanından iki el silah sesi duyuldu.Dernekteki herkes çok şaşırmıştı, çünkü günün bu saatinde hiçbir yerde futbol maçı yoktu. Dolayısıyla bu silah sesi hiç normal değildi. Mustafa, perdeyi aralayıp camdan dışarı baktı. Meydanda toplanan kalabalıktan durumun ciddiyeti anlaşılıyordu. Aşağı inip, yerde yatan Terzi Rıza’nın cesedini görünce Mustafa’ nın gözleri Deniz’ i aradı. Kalabalığın arasında onu göremeyince elini kafasına dayadı, kendi kendine söylendi:
   - “Ah be çocuk!Yaktın kendini!”

   Deniz üç saat sonra Kolsuz Tepesi’ndeki bir mağarada yakalandı. Polis arabasına götürülürken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. İlk bakışta korkunun verdiği bir ağlama sanıldı. Ama gözleri kıpkırmızı kesilen, burnundan salyalar akan Deniz’in haykırışı Kolsuz Tepesi’nin etrafındaki tepelerde yankılandı ve kasabaya ölüm gibi çöktü:
   “Dayan Sinan getireceğim cekedini! Hem üşüyecek ne var?Baksana hava ne güzel!...Çabuk iyileş ki derslerinden geri kalma. Doktor olacaksın unutma!Sana söylüyorum Sinan kalksana! ”

   Daha sonra anlaşıldı ki Sinan Korkmaz’ın bronşiti zatürreye dönmüştü ve Sinan 14 yaşında kalmıştı. Artık doktor da olamayacaktı.

   Şu sıralar duyduğunuz salâ kasabanın eski terzisi Rıza Abbasoğlu için okunuyor. Bundan dört saat önce okunan salâ ise zatüreden ölen Sinan Korkmaz’ a ait.

   Böyle acı bir olayı 22 yıldır yaşamayan Çekirgecik Kasabası bugün çok farklı.Normalde kahvedeki bir masada beş kişiyi aşmayan sohbetler bugün çok daha fazla insanı kapsıyor. “Yazık oldu Sinan’ a ve Deniz’e” diyenlerden tutun da “Her şeye rağmen Terzi Rıza haketmemişti böyle bir sonu” diyenlere kadar bir sürü insan var. Yas tutanlar bir yanda, konuyu sadece dedikodu maksatlı kullananlar başka bir yanda. Öyle ya da böyle, konu kalabalık gruplar halinde konuşuluyor. Mustafa Öğretmen ise bir yandan Sinan’ a, Deniz’ e ve Terzi Rıza’ya yanarken bir yandan da insanların birbirlerine olan ilgilerinin ancak böyle acı bir olay sonrası kazanılmasına içerliyor.

   Elektrik şoku verilen bir hastanın yeni atmaya başlayan kalbi gibi tekrar canlanan kasaba, kulaktan kulağa dolaşan senaryolarla şimdilik hareketli.Yaşanacak olan bundan sonraki trajediye kadar çekileceği uykusuna sanırım iki üç gün daha var. Ama şimdilik kasaba ayakta ve her şey çok farklı. Tek değişmeyen şey, daracık toprak yolundan etrafa kömür tozları serperek geçen gürültülü kamyonlar.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Süpriz Günü

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Zaman Daraldı [Şiir]
Yaşamla Ölüm Arasında [Şiir]
Merhaba Hayat [Şiir]
Ey Hayat Nereye? [Şiir]
Papatya Falı [Şiir]
Umut [Şiir]
Tespih Tanesi [Şiir]
Kabuklaşan Yara [Şiir]
Düşümdeki Sevgilim [Şiir]
Güven [Şiir]


Mehmet Dönmez kimdir?

1980 yılında, Zonguldak\'ın Çatalağzı beldesinde doğdum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Zonguldak\'ta okudum. 1,5 yıl okuduğum İTÜ Denizcilik Fakültesi\'nde o dönem benimde üyesi olduğum Basın Yayın Kulübü yazı işleri komitesinde görev aldım. Şu anda, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü kimya mühendisliği bölümünde lisans öğrencisiyim. İYTE\'de; yazılı iletişim, söyleşi, panel,konser gibi birçok alanda etkinlik gerçekleştiren Türkü Kulübü\'nün üyesiyim ve yazılı iletişim çalışma grubunda yer almaktayım. Şu sıralar (19/01/2003 itibariyle), İYTE\'nin ilk kültür-düşün-sanat dergisi olan "Tını" dergisinin ilk sayısının çıkarılması için son çalışmalarımızı yapmaktayız.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Nazım Hikmet,Ahmet Arif, Nevzat Çelik, Bekir Kilerci, Yılmaz Erdoğan


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Dönmez, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.