Her şey çok büyüktü, dünya kocamandı. Dağı taşı kasabayı şehirleri izlediği mi biliyordum. Bir kızı izlediğimi hiç bilmiyordum. İlk ilkokul birinci sınıfta o kızı izlediği mi hatırlıyorum. İşte o kız, izlediğimi bilmeden ruhumun tutulduğu bakışlarımı üzerinden alamadığım işte o kız. Kıvırcık saçlıydı, kumral. Elleri ayakları minnacıktı, şeker gibi yüzü vardı. Boyu posu bir kucaklık ruhu vardı. İzledim keşke izlemeseydim sevseydim. Yıllar geçmişti her şey küçülmüştü, dünyam küçülmüştü. Sınıfımız haritada şehirler ülkeler kalmıştı, bir toki konutlarında oturduğum sırayı arar olmuştum. Karşımızdaki binanın üçüncü katına biri taşınmıştı, bir kadın oğluyla. Ben izlemedim, bizim hanım tanışmış ilkin. Kadın kocasından ayrılmış bir trafikçi dostu varmış. Bakanı kollayıp kollayanı, trafikçide eşinden ayrı yaşıyormuş, ayrılmak üzereymiş. Bende tanıştım, birlikte hep beraber ailecek kırda bizim kilimin üzerinde piknik ederken. Hava kararmak üzere inceden inceden bizimkiler, karşı komşu ve trafikçi dostu (erkek arkadaşı) erotik yakınlaşmaya başladı. Oralı olmadım ve pek düşünmedim de yalnız ben (biz) grup oluşturmayı düşünmedik. O güzelim arazide bizimde hiç payımız olmadı tabii ki. Onların oldu mu ben oralı olmadım. Ama o kadını ilk ilkokul birinci sınıfta izlediğim, sevmeyi bilmediğim zamanlarda izlediğim o kız, büyümüşte bir oğlu olmuş olarak düşünmeye başladım. Şimdi gözümün önüne getiriyorum da o kadında o kız, ilkokul arkadaşım gibi kıvırcık saçlı, kumral ve elleri ayakları küçüktü, şeker gibi yüzü vardı. Boyu posu bir kucaklık ruhu vardı. İzlemedim keşke izleseydim. Belki bir birimizi hatırlardık.