Bir dost nedir? Öteki ben. -Zenon |
|
||||||||||
|
Kapitalizm tarihinde dünyanın bugüne kadar yaşadığı ekonomik kriz sayısı 148’i buluyor. Ancak bu son kriz dünyayı sürüklediği noktaya bakılarak derin izler bırakacak gibi görünüyor. IMF’nin deyimiyle “finans gezegeni” tarihinin en büyük krizlerinden birini yenmeye çalışırken, 2006 yılında 50,6 trilyon dolara ulaşan dünya borsaları değeri küresel krizin patlak verdiği 2008’in son çeyreğine 25 trilyon dolar eriyerek girdi. *Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Vedat Akgiray, 2009 sonu itibariyle dünya borsalarının toplam değerinin 50 trilyon dolara ulaştığını söyledi. *( Dünya Gazetesi, 06.05.2010 tarihli “Gelirimiz, Üç Misli Büyük Borsa Yaşatabilir” yazısından alıntıdır.) Likidite sorununun ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkan kredi problemi hem talebi hem de üretimi azalttı. Yani başka bir deyişle finans gezegeni ayaklarının kesildiği bir dönemin sonunda yere çakıldı. Fransız ütopik sosyalisti Fourier, ekonomik bunalımlarda ortaya çıkan çelişkiyi, “Uygarlıkta yoksulluk, bolluktan doğar” diyerek belirtmişti. Bunun bedelini bütün dünya çok ağır bir şekilde ödedi. Harvard Business School Öğretim Üyesi Niall Ferguson, American Vanity Fair Dergisi’nde bugüne nasıl gelindiğini dönem dönem anlattı. Ferguson’a kısaca kulak verelim: 1) Bankacılık Basit İşlemlerle Başladı: 20’nci yüzyılın ortalarına gelene kadar birçok banka, gelirleri (faiz ve komisyonlar) ile giderleri (mevduatları) arasındaki kar yoluyla para kazanıyordu. Yani banka mevduat toplardı. Sonra da var olan mevduatı kadar kredi kullandırırdı. (Örneğin: o dönemde yaşayan Mehmet bankasına gidip para yatıracağı zaman, somut olarak parayı banka memuruna teslim etmek zorundaydı. Banka da kendisine teslim edilen bu mevduatları kullanarak kredi talebiyle gelen Ahmet’e borç verirdi.) Teknoloji bankalar arası işleme izin verene kadar her şey oldukça basitti. 2) Para Giderek Sanallaştı İşlerin değişimi bankalar arası işlemlerin ortaya çıkmasıyla oldu. Eskiden Ahmet’in başka bir bankadaki hesabına para gönderemeyen Mehmet, teknolojinin de yardımıyla bunu yapabilmeye başladı. Ancak bankalar arasındaki para somut olarak el değiştirmeyince sanallaştı. Elle tutulur değil, bilgisayar ekranlarında yaşayan bir hal aldı. Bu uygulama bankalara yeni bir icadın daha yolunu açtı: Bir zamanlar ellerinde 100 lira varsa sadece 100 liralık kredi verebilen finans kuruluşları, paranın sanallaşmasıyla birlikte tüm mevduat sahiplerinin paralarını aynı anda çekmeyeceği düşüncesiyle kredi hacmini mevduatlarının toplamının üzerine çıkardı. 3) Patronlar Paradaki İllüzyona Aldanıp Gerçek Büyüme Sandı Bu geçiş ile birlikte durum değişmeye başladı: 1952’de % 40 olan tüketici kredilerinin harcanabilen gelire oranı 2007’de % 133’e ulaştı. 1980 yılında bankalara olan borçluluk, milli gelirin % 21’ini oluştururken 2007 yılında bu oran % 116’yı buldu. Dünyada kredi ve para, altta yatan ekonomik aktiviteden çok daha hızlı büyümeye başladı. Bu durum herkeste bir yanılsama yarattı. Şirket patronları bile bu büyümeye inandı. Oysa yaşanan, piyasada var olmayan paranın yarattığı yanılsamaydı. 4) Teknoloji Gelişti Enflasyon Geriledi 1957 yılından bu yana doların alım gücü, tüketici fiyat endeksine oranla yüzde 87 geriledi. 1979 yılında en az 7 ülkenin enflasyon oranı yüzde 50’nin üzerindeydi. İngiltere ve ABD’yi de içine alan en az 60 ülkede de enflasyon çift haneliydi. O yıllardan bu yıllara giyecekten otomobile kadar satın aldığımız birçok ürünün üretim maliyetleri düştü. Bunda da üretimin Asya gibi ucuz işçi bulunabilen ülkelere kayması ve teknolojideki gelişmeler etkili oldu. Enflasyondaki değişimde bunların yanı sıra para politikalarındaki global değişim de önemli rol oynadı. Değişimle birlikte ABD’de ortalama yıllık enflasyon ise yüzde 4 seviyesinde kaldı. Bugün dünyada her 7 ülkeden sadece 1’inde enflasyon oranı yüzde 10’un üzerinde. Hiperenflasyon ile mücadele etmek zorunda kalan tek ülke ise Zimbabwe. 5) Getirisi Yüksek Varlıklar Kredi Bağımlılığı Yarattı Enflasyonun dengeye oturmasıyla birlikte çalışanın maaş artış hızı yavaşladı. Bu nedenle halk maaşını artırmadan yaşam standardını yükseltmenin yollarını aramaya başladı. Bu alıcı profili ve karını artırmak isteyen finans kuruluşları bir araya gelince yeni bir dönem başladı. Halk yatırım yapılan gayrimenkul ve hisselerin getirisinin, bu varlıklar için alınan kredide ödenen faiz oranından yüksek olduğunu keşfetti. Yani Mehmet’in satın aldığı evin değerindeki artış, bu ev için bankaya ödediği faiz oranının üzerinde gerçekleşti. Bu yüksek getiri sayesinde enflasyona bağlı olarak yıllık % 6 gelir artışı yaşayan bireyler çektikleri kredilerle hisse ve gayrimenkul yatırımı yaparak yaşam standartlarını yükseltebileceklerinin farkına vardı. Bankacılar da yardım etmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Kredi çekenler için 30 yıl sabit faizli ve sıkıcı enstrümanlar yerine daha karlı enstrümanlar yaratıldı. Oysa perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Dünyada her zaman favori yatırım aracı olan gayrimenkulde fiyatların hiç düşmediğini söylemek doğru olmazdı. İngiltere’de 1989-1995 yılları arasında ev fiyatları ortalama yüzde 18 düştü. ABD’deki evlerin değerindeki ortalama erime de yüzde 18’i, bazı eyaletlerde yüzde 30’ları aştı. 6) Altın Penceresi Kapandı Mevduat Karşılıksız Kaldı 20’nci yüzyılın sonuna kadar piyasada dolaşımda olan paranın ABD Merkez Bankası’nda (FED) bir altın karşılığı vardı. Yani Ahmet, o dönemde elindeki paranın gerçek bir karşılığı olduğunu biliyordu. 1924 yılına gelindiğinde ise ekonomist John Maynard Keynes, altın karşılığı uygulamasını antik bir kalıntı olduğunu savunmaya başladı. Büyük Buhran’dan sonra köklü değişikliklere gidildi. 15 Ağustos 1971’de ise Başkan Richard Nixon, merkez bankalarının dolar ve altın arası değişim yapabildiği altın penceresini kapadı. Bu yolla değerli metaller ile para arasındaki bağlantı da kırıldı. 1970 yılında tüm birikimini altına yatırma kararı alan biri 27.8 ons altını bin dolara alıp bugün 25 bin dolara satabilirdi. 7) Yaşanan Sorun Aslında Tamamen Finansaldı 2 yıl önce (yani 2006’da) dünyada üretim ve hizmetlerin toplam değeri 48.7 trilyon dolardı. Dünya borsalarının değeri ise 50,6 trilyon dolara ulaşıyordu. Yerel ve uluslararası bonoların değeri de 67,9 trilyon doları buluyordu. 2006 yılında türev ürünlerin büyüklüğü 400 trilyon dolardı. 1980’lerden önce hemen hemen tanınmayan bu ürünler giderek daha popüler hale geldi. Kriz Amerika’daki şirketlerin daha kötü üretim yapmasından ya da teknolojik ve gelişmelerin yetersiz kalmasından kaynaklanmadı. Yaşanan sorun tamamen finansaldı. … Yukarıdaki yazıda gerçekten çok basit gibi görünse de çok çarpıcı bilgiler yatmaktadır. Ama buradan çıkarabileceğimiz en iyi sonuç sorunun finansal olmasıdır. Yani küresel kriz konjonktürel ya da geçici bir zaman dilimi değil de, yapısal bir sorun teşkil etmektedir. Burada Ferguson, 25 trilyon doların nasıl buharlaştığını ve somut anlamda o miktardaki paranın reel piyasalarda var olmadığını tüm gerçekçiliğiyle gözler önüne seriyor. Peki krizin asıl sebebi sistemin tam merkezi yapı taşlarındadır. Peki bu krizler önlenemez mi? Bu yapı taşlarına ne yapmalıyız? Daha önce de bahsetmiştim. Fourier, “uygarlıkta yoksulluk, bolluktan doğar” diyordu. Bütün bunlar aslında bir nevi fazla üretim bunalımıdır. Bu bağlamda o kadar çok bolluk yaşamışız ki reel piyasalarda var olmayan paraları bile var saymışız, harcamışız ve hatta var olmayan parayı borçlanmışız. Fazla üretim nasıl bunalım doğurur peki? Bu olay aslında kapitalist sisteminde en büyük çelişkilerinde biri olan, üretimi sınırsız genişletme eğilimiyle, asıl tüketiciler olan emekçi yığınların alım gücünün sınırlandırılmasında ortaya çıkar. Ayrıca nominal ücretler ile reel ücretlerin birbirine orantısız artışı da bu çelişkiye ek olarak gösterilebilir. Fazla üretim bunalımları devirli olarak ortaya çıkar. İlk sanayi bunalımı, 1825’te, İngiltere’de patlak vermiştir. 1847-1848’de, Avrupa’nın birçok ülkeleri ile Birleşik Amerika’da baş gösteren ekonomik bunalım, dünya çapındaki ilk bunalımdı. 19. yüzyılın en ağır bunalımı 1873 bunalımıdır. Lenin’e göre bu bunalım tekel öncesi kapitalizmden tekelci kapitalizme, yani emperyalizme geçişin başlangıcını gösterir. 1929-1933 dünya ekonomik bunalımı ise 20. yüzyılın tanık olduğu bunalımların en şiddetlisidir. (bkz. Ekonomi Politik, P.Nikitin syf. 156) Gerçekten de 1929 bunalımı 20. yüzyıl için bir yıkım ve aynı zamanda atılıma neden oldu. Büyük Buhran bir çok açıdan günümüzdeki son küresel kriz ile kıyaslandı. Benzerlikleri ve farklıları ortaya konuldu. Krizden çıkış için benzer reçeteler kullanılması gerektiğini savunanlar oldu. Ama gözden kaçırılan bir nokta vardı. 1929 bunalımı ile bu yaşadığımız son ekonomik kriz benzer özellikler gösteren bir kriz değildi. En önemli fark ise “küresel”lik konusundaydı. 1929 krizinin yaşandığı ortamda küresel bir dünyadan söz etmek olanaksızdı. Bunu üç veri ile açıklayabiliriz. Birincisi, Doğu Bloku dediğimiz sosyalist ülkelerin dış dünyaya kapalı politikalar izlemesidir; ikincisi, bankacılık ve finans piyasalarının günümüzdeki kadar gelişmiş bir küresel yönetişim sistemine ulaşmış olmamaları ve uluslar arası piyasaların günümüze göre nispeten daha az etkileşim içinde olmalarıdır; üçüncüsü ise, birinci nedene benzer olarak dünyanın geri kalanından bihaber olan ve (Afrika’daki örnekleri gibi) sosyalist olmayan toplumların bulunmasıdır. Böyle bir ortamda küresel bir krizden söz etmek ya da 1929 buhranının küresel bir niteliği olduğunu söylemek yanlıştır. 1929 krizinin etki alanı Amerikan liberalizmi kapsamı altındaki ülkeler ile sınırlıdır. Yani kabataslak bir tabir ile dünyanın yarısına tekabül etmekteydi diyebiliriz. Ama günümüzü etkisi altına alan 148. ekonomik kriz, yukarıda saydığımız üç nedenin bugün geçersiz olması nedeniyle küresel bir nitelik taşımaktadır. Küreselleşme ile sermayenin, emeğin, bilginin ve kültürün sınır tanımadan mobilite içinde bulunduğu dünyamızda ekonomik krizlerde sınır tanımadan bütün ülkeleri etkileyebilmektedir. Peki bu küresel kriz sona erdi mi? Elimizdeki verilere göre bu krizin şu an sona erdiğini söylemek imkansız. Yeni bir ekonomik krize gebe olduğumuz günümüzde 2008 Ekonomik Krizi’nin yarattığı yıkımın etkisi kaybolmamıştır. Yeni kriz, yeni siyaset demektir. Bunun örnekleri tarihte sabittir. 1873 bunalımı emperyalizmi, 1929 bunalımı devletçi ekonomileri, 1973 krizi ve sonrasındaki süreç küreselleşmeyi doğurmuştur. Bugün ekonomistler ve teorisyenler küreselleşmenin de artık iflas ettiğinin farkına varmışlardır. Her yeni kurulan sistem finansal krizlerin önüne geçememektedir. Bir süre iyimser hava gösterir fakat sonuç aynıdır; büyük ekonomik krizler. Teorisyenler bugün kurulacak olan yeni sistem için derin bir suskunluk içerisindeler. Bu da şunu gösteriyor ki, bu belirsizlik dönemi bir süre daha devam edecek. Krizin en ağır darbesini yediğimiz anda konjonktür bir anda değişiverecek ve günümüzdeki politikalardan vazgeçilerek yeni süreç için ataklarda bulunulacak. Zamanı gelince yeni sistem de çökecek ve dünya krizler tarihine yenileri eklenecek. Kısır bir döngü içine girdiğimizi fark edinceye kadar böyle devam edecek. Marx’ın söylediklerinde haklı olduğunu artık anlayabiliriz. Marx, kapitalizmin sosyal çelişkiler yaratmasının yanı sıra ekonomik krizler yarattığını da söylüyordu. Bu krizlerinde çeşitli aşamalardan geçtiğini belirtiyordu; bunalım, çöküntü, toparlanma atılım gibi. (bkz. Marksist kriz teorisi) Bu çevrim hep böyle devam etmeyecek muhakkak. Ama bu krizler ne zaman sona erecek? Mevcut kapitalist sistem içerisinde bu krizler önlenemez. Krizler sonrasında üretilen geçici politikalar sadece sistemin yıkılmasını geciktirebilir. Sistemin mevcut yapıtaşlarına dokunulmadıkça ekonomik krizlerin bir gün sona ereceğini düşünmek gerçekçi bir yaklaşım olamaz. Marksist tarih anlayışına göre krizler ancak gerçek tarih başladığında sona erecektir. Yani biz hala tarih öncesi çağları yaşıyoruz… MEHMET AKKOYUNLU
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Akkoyunlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |