Mektubum sanırım fazla uzun oldu, çünkü daha kısa yazmak için yeterince vaktim yoktu. -Pascal |
|
||||||||||
|
İstanbul! Her geldiğimde, buralarda yaşanmaz diyip kestirip attığım ama aynı zamanda içimden bir özlem duyduğum şehir. Yorgun şehir… Bir o kadar da güzel şehir… Bana göre gezilip görülecek ama yaşanmayacak bir şehir... Ara sıra, havasını alıp gitmek yetiyor bana. En fazla 2 gün. Sonrasında bunalıyorum. Sanki çektiğim nefes oksijensiz, durduğum her yer sesli gibi gelir. Sessiz bir köşe ararım fakat ne fayda! Kapıyı pencereyi kapatıp, bir eve kapansan bile, etraftaki seslerden rahat yok insana. Bir şey daha var tabi ki. Uykumu alamam mesela. Tuhaftır ama kaç saat uyursam uyuyayım uykusuz gibi hissederim kendimi. Ben İstanbul ’un üzerimde olan etkisini düşünürken bir kemençe sesi geliyor kulaklarıma. Sağıma soluma bakıyorum ama değişen bir şey yok. Herkes kendi halinde. Herhalde bir tek ben duyuyorum bu sesi diye ürkerek tekrar dışarıya bakıyorum. Sonra kemençe sesi devam ediyor. Sakin ve bir o kadar da huzurlu hissediyorum kendimi. Bu boğaz manzarasının yanında, bir kemençe sesi iyi gidiyor. Ve gür bir ses yükseliyor arkadan: “Divane aşuk gibi da dolanirum yollarda.” Bu sesten sonra vapurda bir sessizlik oluyor ve herkes aynı tarafa bakmaya başlıyor. Ben de arkama bakıyorum. Uzun kıvırcık saçlı, hafif sakallı, genç bir adam var. Bir üniversite öğrencisine benziyor. Aslında ben yakıştırıyorum üniversite öğrenciliğini. Elinde kemençe hem çalıyor hem söylüyor. İlk defa böyle bir sesi canlı dinlediğimden midir bilemiyorum ama o anda bana bulunmaz bir ses gibi geliyor. (Tabi ki Ebru Gündeş hariç) Sanki sesi hoparlörden çıkıyormuşçasına vapurda duyuluyor. Önüme dönüyorum ve herkes eski halini almış yanındakiyle konuşmaya başlamış bile. Bu durumdan rahatsız oluyorum açıkçası. Biri emek veriyor yeteneğini sergiliyor ve sen hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorsun. Belki ben abartıyorum ama bu benim canımı çok sıkıyor. Dinlemeye devam ediyorum: “Yar senin sebebune de kaldım İstanbullarda kaldım İstanbul.” İstanbul Boğazının güzelliğine eşlik ediyor bu ses. Öyle bir düşüncelere dalıyorum ki… Bir tuhaf oluyorum, dokunsalar ağlayacağım. Gören de yârin sebebine İstanbul’da kalmışım da bu türküden etkilenmişim sanacak. Türkü bitiyor ve kemençe durmadan devam ediyor. Herkes tekrar aynı yöne bakıp pür dikkat kesiliyor. Ben de aynı şekilde. Diğer insanlar niye bakıyor orasını bilemem de, benim bakmamın sebebi, acaba duracak mı diye merak ettiğimden. Durmuyor tekrar söylemeye başlıyor: “Ben seni sevduğumi da dünyalara bildirdum.” Rahat bir nefes alıp önüme dönüyorum. Herkes aynı şekilde eski haline dönüyor. Neden bunu yaptım bilmiyorum ama herhalde sesin kesilmesinden korktum. Vapurda güzel gidiyormuş canlı türkü. Sanmayın ki telefon kulaklığından dinlendiği gibi. Şimdi takıp kulaklığı Şevval Sam’dan bile dinlesem eminim bu kadar etkilenmezdim. Canlı ses bir başka oluyormuş meğer. Kazım Koyuncuyu’da unutmamak gerek. Allah rahmet eylesin. Ne kadar dinlesem doyamam. Etrafıma bakıyorum içim hâlâ rahat değil. Herkesin susup dinlemesini istiyorum. Fazla mı empati kuruyorum acaba? Kendimi türkü söyleyenin yerine koyuyorum istemeden. Ben söylüyorum ama herkes kendi halinde diye hayıflanırdım herhalde. Tekrar arkamı dönüp baktım. Söylemeye devam ediyordu: “Oldi hayli zamanlar görmedum sevduğumi.” Üstelik yüzündeki ifade de gayet iyi. Güler yüzle ve mutlu bir şekilde söylüyor. Tekrar önüme dönüp düşünmeye başladım. Acaba ben etraftaki insanları çok mu dikkate alıyorum. Ama elimde değil ki. Bakıyorum yanındakiyle konuşan, telefonla uğraşan, fotoğraf çektiren. Sinirlerim bozuluyor. Ben sorunluyum herhalde. Neyse şimdi bunu düşünmenin sırası değil. Ve bu türkünün de sonu geliyor; “Ben sana doyamadum doysun kara topraklar.” Ardından kemençenin sesi de kesildi. Kesildiği gibi bir alkış koptu ki anlatamam. Hatta ayakta alkışlayanlar, bravo diye bağıranlar bile oldu. Ben de şaşkınlık içerisinde alkışlıyorum. Meğer herkes can kulağıyla dinlemiş. Buna sevindim. Aynı şekilde ben alkışlansam ancak bu kadar sevinebilirdim. Sonra genç ayağa kalkıyor ve eğilerek selam veriyor. -“Hepinize teşekkürler. Çok teşekkür ederim. Bir tane daha söyleyeceğim. Sizden destek istiyorum.”diyerek oturuyor. Tekrar başlıyor kemençeyle birlikte söylemeye: “Koyverdun gittun beni oy Koyverdun gittun beni” Arkadaşı ayağa kalkıyor ve kemençe kutusunu alarak vapurda sırayla gezinmeye başlıyor. Herkes kutunun içine para atıyor. Öyle ki para atmayan kalmıyor diyebilirim. O hala söylemeye devam ediyor: “Kimse almasun seni kimse almasun seni. Yine bana kalasun yine bana kalasun. “ Arkadaşı elinde kemençe kutusuyla benim tarafa yaklaşmaya başladı bile. Bazıları önce biraz duraksayıp düşünüyor. Sonra sıra bana geliyor. Ne duraksaması atıyorum parayı. Sonra içimden söylüyorum:” Helal olsun be. Helal.” Ve Eminönü’ne geldik sayılır. Türküden son sözler: “Hiç mi düşünmedun sen oy Sevduğun boyle ağlar Sevduğun boyle ağlar.” Vapurdan inerken, türkü söyleyen gencin yanından geçenler bir şeyler söyleyerek tebrik ediyor. Benim aklımda tek bir soru var; Bir daha böyle bir sesi canlı dinleyebilecek miyim acaba?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sema Yıldırım, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |