..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Bana ev hikayesinden söz açmayın. Artık benim oraya gideceğim yok!" Fuzuli, Leyla ile Mecnun
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Ortamsal > Murat Eren Özügür




25 Kasım 2011
Table Top Joe  
Murat Eren Özügür
Table Top Joe - Gülerek Ölen Adam


:AFAH:
Fikir ona Tom Waits’in “Table Top Joe” parçasını dinlerken geldi. Öğleden sonra 2 gibi uyanmış, kendisine kahve yapmış, evin dağınıklığına aldırmadan bilgisayarın başına otumuş, bu şarkıyı açmıştı. Uzun zamanı yoktu, bir televizyon kanalında Ana Haber Bülteni’ni sunuyordu. Duş alması, saçlarını taraması, takım elbiselerinden bir tanesini seçip kanala gitmesi gerekiyordu. 41 yaşındaydı, 3 yıl önce boşanmıştı, 3 yıldır da aynı hayatı yaşıyordu: Geceleri geç sayılabilecek bir saatte geliyordu eve, hava sıcaksa balkonda oturup caddeden geçen çiftleri izliyordu. Tek yaşamaya başladığından beri parasız kaldığı bir dönem olmamıştı. Her daim pahalı bir şişe viski bulundururdu evde. Şarap ve votka da olurdu, birayı saymıyorum bile. Buzdolabını her açtığında, “bakalım sen cennette daha iyisini yapabilecek misin ?” diye düşünüyordu. İyi biri olduğuna inanırdı, öyleydi de.
Hobi falan edinmeye çalıştı ama saçma geliyordu bir süre sonra. Ahşap yontmayı denedi, bir iki tane kaşık yapabildi ancak, daha ileriye gidemedi. Yeni boşandıkları esnada karısından bir telefon almıştı, hiddet dolu konuşuyordu kadın, söylemediğini bırakmadı. Neden bu kadar sinirlendiğini anlamıyordu kadının, hala seviyordu da onu üstelik. Tamam, eskisi gibi değildi belki ama ondan hiçbir zaman nefret edebileceğini düşünmüyordu ve kadın telefonda bağırıp dururken hiçbir şey hissetmiyordu, biraz şaşkınlık belki. Karşısında bağırıp duran karısı değil, yeni boşanmış sinirli bir kadındı sadece. “Hayatımı mahvettin” dedi kadın ona, “ağzıma sıçtın benim, gerizekalı, duygusuz ukala seni.” Sonra da yüzüne kapattı. Bütün bunlara rağmen sinirlenememişti kadına, “Ne şimdi bu ?” diye düşündü, “Bu nedir şimdi ?”. Ona saldırmak niyetinde değildi ama, bir şeyler yapmalıydı, ukala demişti çünkü. Ukala değilim ben, diye geçirdi içinden, diğer söylediklerinden emin olamam, ama ukala değilim. O gece sabaha kadar oturup ahşaptan bir penis yonttu ve nafakayı ona sarıp yolladı, kargoyla beraber. Muhtemelen çok sinirlenecek buna, diye düşündü, ama bir şeyler yapmalıyım, ukala değilim çünkü.
Bu Dünya’nın problemi cinsiyet olabilir diye düşünmüştü o zaman, ama öyle olmadığını biliyordu, çünkü daha önce de düşünmüştü bunu. 15 yaşlarındaydı, ilk defa bir kızdan hoşlanmıştı ve kız reddetmişti onu. Zeki olduğundan emin değildi ama yakışıklı hissediyordu kendini aynaya her baktığında. Üstelik 15 yaşında bir kız ne beklerdi ilişkiden? Kuşkusuz, diye düşündü, bunu hatırladığı zaman, diğer kadınlar ne istiyorsa, o da aynısını ister. Cinselliğin problem olduğuna kanaat getirmişti, ama kız onu reddettikten 1 hafta sonra yeni İngilizce öğretmeninin göğüslerine bakarken buldu kendini ve vazgeçti bu fikrinden, problem olamayacak kadar iyi görünüyorlardı.
Bu durumdan yaklaşık 5 sene sonra, bu kez lisedeyken, bir film izlerken onu buldu yine aynı düşünce. Filmdeki adam bir kitap okuyordu, bir katilden bahsediyordu kitap. Çimlerin üzerinde birini öldürüyordu adam ve cesetten kanlar fışkırırken tek düşündüğü, çimlerin, akan onca kana rağmen, yeşilliklerini kaybetmemeleriydi. Bunu izledikten sonra, evet dedi, odak noktamızı iyi belirleyemiyoruz, gitmek istediğimiz yolu kesinleştiremiyoruz ve oraya ulaşmaya çalışırken diğer şeylere zarar veriyoruz, sorun bu. Uzun süre idare etti bu fikir onu. Ama üniversite sınavı geldiğinde, bir bölüm seçmesi gerekti, ilerde neyin eğitimini alacağı kesinleşsin diye. Hiçbir şey seçemedi, aklında ne olması gerektiğine ya da ne istediğine dair, kısacası odak noktasının ne olduğuna dair hiçbir fikir yoktu, böylelikle bu düşüncesinden de vazgeçti.
Üçüncü fikir kısa bir süre sonra, üniversitedeyken geldi. Dersten çıkmış, bir Alışveriş Merkezi’ne gitmişti, tek başına yürüyordu öylece. İnsanlar vardı içerde, onlarca insan, mağazalara girip çıkıyor, bir şeyler alıyorlardı. Kahve içilebilen bir dükkanın önünde para karşılığı tablo yapanlar vardı. Bunlarca insan, diye düşündü, burada dolanıp duruyor, ama neredeyse hiç gürültü yok. Ama dışarı çıktığında seslerin birbirine karıştığını duydu. Sonra bir ampul yandı kafasında, bu dünyada dedi, akustik yok. Sorun bu kadar basit, gereksiz bir gürültü, bir hırıltı var. Bir şikayet kutusu bulup bunu Tanrı’ya iletmem gerek. Sorunu bulduğu için memnundu ama, aynı zamanda huzursuzdu da. Bir süre sonra, gece 3-4 gibi, dışarıda dolaşırken, bir şey farketti. Kimse yoktu dışarıda, her şey harikulade gözüküyordu. Rüzgar harika esiyordu. Az ilerde bir kedi gerindi, sonra trafik ışıklarına kadar yürüyüp karşıya geçti hayvan, oldukça şirindi. Her şey harika diye düşündü, huzurlu bir sessizlik de mevcut, ama yine de harika hissetmiyorum, bu durumda sorun bende olmalı. İntihar etmekten başka çözümü yok bunun da dedi, kendi kendine, ama her iki durumda da problemsiz bir dünyada yaşayamayacağım. Aradan birkaç hafta geçti, ne intihar ne de problem fikri kaldı kafasında. Hayatına devam etti, içti, sıçtı, arada bir gülümsedi, kötü hissetti ve seneler geçmiyor diye düşünmekten kendini bir türlü alamadı.
İşte, 20 yıl sonra, Table Top Joe’yu dinlerken tekrar buldu onu düşünce. “Olabilir mi lan ?” dedi aynaya bakarken, olmaması için hiçbir sebep yoktu. Bir kahve daha koymaya gitti mutfağa, dönerken sigarasını dün akşam nereye bırakmış olabileceğini düşünürken pencereden dışarıya bir göz attı. Tartışan bir çift gördü. Kız kollarını kaldırmış, sinirli sinirli bir şeyler anlatıyordu, çocuğun da ondan farkı yoktu. Onları izlerken kıs kıs gülmeye başladı, sorunun bu kadar basit olduğunu bilseler, diye düşündü, o zaman kavga etmezlerdi. Sırıtmaya devam etti ve kafasında şimşekler çaktı o an, bu buluşunu, Ana Haber Bülteni’ni kapatırken açıklayacaktı insanlara, ya da hayır, açılışta söyleyecekti, o kadar bekleyemezdi çünkü. Çabucak giyindi, evden çıkıp otoparka doğru yürümeye başladı. Bir okulun yanından geçti bu sırada, öğretmen çocukları hava yağmurlu diye dışarı çıkartmamıştı, camda yanyana dizilmiş küçük çocuklar gördü. Kurtaracağım sizi, diye düşündü, sonra da bir kahkaha koyverdi. Sorunun ve çözümünün bu kadar basit olması ne saçmalıktı. Otoparka vardığında arabanın kapısını açmakta zorlandı gülmekten, ayağı kaydı ve çamura düştü sonra. Takım elbisesi lekelendi ama bir sorun değildi bu, onu daha çok güldürdü sadece. Yolda birkaç kez arabayı sağa çekmek zorunda kaldı. Sonuncusunda bir buçuk saat kadar güldü, yayına geç kalacaktı neredeyse. Televizyon binasının önüne geldiğinde bir direğe çarparak durdu ve kahkaha atarak indi arabadan. Yarım saat kalmıştı Ana Haber’e. Binaya girip yukarı çıktı, merdivenlerde soluk aldı birkaç kez, nihayet stüdyoya geldiğinde kimse ne olduğunu anlamadı. Öyle kahkahalar atıyordu ki, yan taraftaki stüdyoda çekilen yemek programının izleyicileri bile duydular kahkaları. İnsanlar birikmişti yanında, yapımcılar,kameramanlar, hatta yönetmenler. Canlı yayına beş dakika kala başka birini ayarlamaya karar verdiler, başka bir sunucu. Sonra bir arabaya bindirip hastaneye götürdüler adamı. Kahkaları sinir bozucu olmaya başlamıştı artık. Psikoloğun gelmesini beklerken bir hemşireye emanet ettiler onu. Hemşire böyle biriyle aynı odada kalmaktan öyle korkuyordu ki etrafta ona zarar verebileceğini düşündüğü her şeyi bir kenara kaldırdı. Hemen güvenliği çağırırım, diye düşündü, hem bana bir şey yapamaz, nasıl olsa bir hastane burası. Bu sırada adam sakinleşmişti biraz. Hemşireye dönüp “Sorun” dedi, “aslında çok basit”. Ve tükürükler saçarak kahkaha attı bu kez, yüzü kıpkırmızıydı.
Doktor geldiğinde adamla hiçbir şey konuşamadı ve Akıl Hastanesi’ne sevketti onu. Akıl Hastanesi’ne vardıklarında deliler hücrelerinde ayaklandılar, doktorlar onu diğerlerinin arasına bir yere kapatıp işlerine döndüler, ama pek normal bir durum olmadığını biliyorlardı bunun.
O gece kahkahalardan kimse uyuyamadı. Ertesi sabah doktorlar, hastanenin diğer ucunda, bir bodrum katında bulunan, “gerçekten fıttırmış” olanları kapattıkları tek kişilik odalardan en sonuncusuna götürdüler onu. Adam bir yandan gülüyor, bir yandan da düşünebiliyordu. Ne boktan iş, diye düşündü kendine, ama asıl sorun çok basit olduğu için bunu bile bir sorun olarak görmedi. Onu içeri koyup ağır demir kapıyı kapattıklarında bunu öyle komik buldu ki, gülmekten altına sıçtı bu kez. Bu hiç iyi olmadı dedi kendi kendine, 41 yaşında altına yapan bir adam oldum.
Akşam olduğunda, ona yemek getiren bakıcı, odaya yaklaştığında, kahkahalar yerine derin nefes alışlar ve hırıltılar duydu. Kapıyı açtığında kesif bok kokuyordu etraf. Yerde uzanmış adamın suratı mosmordu, zor nefes alıp veriyordu. Yemek tabağını elinden bırakıp koşarak doktorların yanına gitti. İçerde, adam, son nefesini vereceğinin farkındaydı, bir iki ses çıkarmak istedi, konuşamıyordu ama. Şimdi dünya sorunsuz olacak, diye düşündü, en azından benim için, ölüyorum çünkü. Sonra, 41 yaşında, takım elbisesiyle, bir akıl hastanesinin ışık almayan bir odasında, tavana bakıp gülümseyerek öldü. Bu durumdan sonra hemen hemen kimse onu anmadı, kimseye de bir şey bırakmadı, sorunlu bir dünya dışında.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Şarkı [Şiir]


Murat Eren Özügür kimdir?

Yeni Zenci


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Murat Eren Özügür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.