..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > Mesut ÇABUK




1 Kasım 2002
Özgeleceğim Özgeçmişimde Saklıdır...  
Mesut ÇABUK
Hala çocuktuk, hala aynı oyunlarda zaman öldürüp, ne ihtilal sonrası Türkiye’si, ne Özal’lı yılların atılımı ile ilgilenmiyorduk...


:BDJA:
...Özgeçmişim...

Doğum ve Mahalle…

Ne ilk ne de son ağlayanıyım dünyanın bir 16 Temmuz’unda doğanlarından... Coğrafyasına göre fazla kalabalık kabul edilmesede 7 çocuklu bir ailenin altıncı çocuğuyum. Sevginin paylaşıldığı, aşın bölüşüldüğü, büyük bir malın mülkün sahibi; reisi olmayan bir aşirette söz sahibi bir “baba” ile hemcinslerine göre “dişli” sayılabilecek; sözünü esirgemeyen bir “annenin” kurdukları bir ailede büyüdüm.

Çocukluğum komşuluk kavramının “eskiden”olduğu gibi “doya doya”, “candan” ve “kardeşçe” yaşandığı, çocukların bir arada, belirleyeni belirsiz ve isimsiz kurallarla, özgürce oyun oynama alanı ve fırsatı buldukları bir mahalledeydik ama dostlar arasında, dostlar sofrasında. O günlerde, o yörede olmayan ama bugün içinde yaşadığım yalnız doğup, yalnız büyüyen ve beraberce ölen apartman toplumundan farklı “yalnızlığımızı paylaşacak” insan bulamazdık çünkü “yalnızlık sadece Allah’a mahsustu”, yalnızlık yoktu bizim literatürde...

İlkokul...

Ders aralarında eve birşeyler atıştırmaya gidebileceğim kadar yakın bir okulda, “evimin çevresindeki arkadaşlardan örgülü” sınıflarda ve her sene “değişik bir hoca yıpratarak”, oyunlardan ibaret dünyaya yatay ve dikey çizgiler çizerek adım attığım ve “gidenin dönmediği” harfler rakamlar oyununu tanımaya başladığımız ilk basamak olan ve beş yılımıza malolan adına ilkokul dedikleri yerde ilk sınavıma girdim.
Hala çocuktuk, hala aynı oyunlarda zaman öldürüp, ne ihtilal sonrası Türkiye’si, ne Özal’lı yılların atılımı ile ilgilenmiyorduk... Büyükler kalkınma programlarında, ne olduğunu bilmediğimiz ama “muhtaç” olduğumuz “5 centten” bahsediyolardı, biz “dolar” gördüm diyenlere aval aval bakıyorduk... ve kravatlı yıllara adım atıyorduk, artık büyüyorduk...

Ortaokul

Hayatın 4 seçeneğe sığdırıldığını şaşırarak izliyorduk... Oysa hiçbir oyunda dört gibi komik seçeneğimiz yoktu, sınır tanımazdı çocukluğumuz...
Yine aynı havada, sihirli değneği beklerken müdür sopasıyla karşılaşarak başlıyorduk “ciddi” ve “gençlerin” okuluna; biraz içre dönük – yabancı çocuklarla okuyacaktık- biraz ergen olarak... “Anadolu Lisesi” diyorlardı oraya, tek farkı vardı oysa: müdürü’de öğrenciside daha fiyakalıydı... Ha birde denklem çözmeyi öğreniyorduk. Büyümeye başlıyor, yorum yapmayı öğreniyorduk sonucunda da “rasyonalizmi ve pragmatizmi” buluyor, menfaat diye birşey icat ediyor, dostluğun üzerine kezzap döküp yemeyi öğreniyorduk... Artık tam anlamıyla büyümüştük... Öyle sanıyorduk...

Lise...

Hayatın Ağrı dışında farklı ve güzel olabileceğini “Erzurum Fen Lisesi’nde” öğrendim. Paylaşılacak daha bir sürü şey olduğunu ve şartlar ne olursa olsun “kalıcı, saf ve pazarlıksız” dostlukların kurulabileceğini öğreniyorduk... İnsanın en mahrem yeri yatak odasını paylaşıyorduk “yatılı okul” çatısı altında, ama gerçek benliklerini daha iyi görüyorduk, gizlisi saklısı olmayan bir ortamda ...
Önceleri hayat hızlı, sıkı çalışma gerektiren birşey oluyordu ders kitaplarında sonra da “şık” sayısı 5’e çıkıyordu test kitaplarında ve nihayetinde üniversiteye hazırlık deniyordu “stresli” yüzüne hayatın, stres denen misafirliği bitmez yabancının içimizdeki kalıntısına da “düşünmek”. Ortaokulda başlayan fizik-kimya-biyoloji diye üçe bölünme giderek daha çok “bölücülük” yapıyordu doğunun denizsiz ve gemisiz limanlarında çünkü soru sormaya değil eleştirmeye başlıyorduk bacak kadar boyumuzla...
Bir 94 krizi yaşıyor bundan sonra hayatımızdan çıkmayacak “develüasyon” amcayı alıyorduk konuğumuz stresin yanına yüreğimizin bir odasına... O heyecanla ihtilal bekliyorduk, canım ülkemin enkaz altında bir on yıl daha nasıl yaşayacağını anlamayarak – anlamamazlıktan gelerek...
Tam anlamıyla büyümüştük canım , ne de olsa biliyorduk artık piyasa nedir! mevduat nedir! ekonomi ne ki! öyle mikro ile makro arasında sıkışmış kalmış... Artık siyasette yapabiliyorduk, ekonomiyide tartışabiliyorduk gece “ekmek ve katık” aşırdığımız yemekhane bodrumunda...

Üniversite...

Seneye çalışır giderim nidalarıyla adım atıyorduk, “beğenmeden”, “kazara” düştüğümüz “Marmara’nın” adına Bilgisayar Mühendisliğine denen dünyayı bir ve sıfırdan ibaret gösteren, herkesi yapay zekasıyla yürüten bölüme... En azından lisede iki değil beş şıkkı vardı be dünyanın... Üniversitede herşey ikileşiyordu hayatımızda, mutlularla “güzellikleri göremeyen” körler veya yaşamın farkındakilerle fakültesinin önündeki yeşilliğe oturmaya vakti olmayan mühendisler gibi...

Ve unutulanlar... Aslında unutulamayan, kendinden başka birşey düşündürmeyen saklı duygular... Hayatımın en önemli evrelerinden birine ışık tuttuğundan mıdır nedir aşkı, aşık olanı, ayrangönüllü aşk sevdalılarını burda zikretmem gerek sanırım. Çünkü duygularımın açığa, aşkın ortaya çıktığı yıllardır geceleri uyuyamadan ders çalışamadan gözyaşlarıma sığındığım üniversite yılları. Bu doğrultuda beni bekleyen evliliğimi yazmam gerekirdi ama evliliğide aşkıda yazamıyacağımı, onların ancak yaşanabildiğini öğrendiğim duygusal yıllarımdır üniversite yılları...

Bundan sonrası mı?

İş hayatı, çalışma ve geç kalmış “iş dünyası” kavramı tanışıklığı... Yaşam çalışma saatlerine sığdırılmamalı sloganları... Ve hiçbir zaman kaybetmediğim umutlarım, kendim ve ülkem için...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Mutlaka Evlenin [Şiir]
Dün Gece... [Şiir]
Benden habersiz [Şiir]


Mesut ÇABUK kimdir?

Sade, mutlu ve hüzünlü. . .

Etkilendiği Yazarlar:
aşk, hayat, ölüm ve kainat..


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mesut ÇABUK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.