..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Umutlar, tersine çevrilmiş anılardır. -Anonim
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
İzEdebiyat - Yazar Portresi - Cengiz Erdem
Cengiz Erdem - (‘,)Beni Bu Dışarıdan Çıkarın(‘,)
Site İçi Arama:


afrikagazetesi
  09.07.2008 18:22:24 afrikagazetesi 

Medyanın Güdümündeki Ret ve Uzlaşı Cepheleri

Kıbrıs’ın Kuzeyindeki ret cephesini mercek altına aldığımız takdirde göreceğimiz üzere söz konusu cepheyi oluşturanlar KKTC’nin sonunun geldiğine inandıkları anda efelenmeye başlarlar.  Denktaş ve furekasının Tek Egemenlik ve Tek Vatandaşlık prensibi sebebiyle kopardığı yaygaranın son derece yersiz olduğunu anlamak içinse ermiş olmak gerekmez. Yıllardır Kıbrıs sorunu çözülmesin diye uğraşanlar çözüm olsa sorun çıksın, barış sağlansa savaş çıksın diye uğraşacaklardır. Yurdumuzdaki ret cephesi mensuplarının en önemli özelliği ne yapıp edip saldıracak bir hedef, yokedilmesi gereken bir düşman,  yaratılıp büyütülmesi gereken bir sorun yaratmaktaki becerileridir. Sanki her an Rum tehditi altındaymışız ve bizi katletmek için bekleyen gözü dönmüş canilerce kuşatılmışız gibi bir hava estirir durur bunlar. Bunun ardındaki sebep ise kendileri öyle olduğu için tüm ötekileri de öyle sanmak gafleti içerisinde olmalarıdır, ki kendileri gibi olan ötekiler göz önünde bulundurulduğunda bunda haklıdırlar da. Hemen belirtelim, tüm bu söylediklerimiz aynen Kıbrıs’ın Güneyindeki ret cephesi mensupları için de geçerlidir. Yani aslında bu ret cepheleri birbirlerinin yansımasıdırlar ve korktukları şeye karşı duydukları nefret korktukları şeyin yaratıcısıdır. Çünkü kendi sebep oldukları felâketleri kaçınılmaz sonuçlar olarak görmek ve göstermek eğilimindedirler; yani nedenleri sonuç, sonuçları neden olarak lânse ederler. Oysa biz biliyoruz ki insanlar başlatmasa savaşlar olmaz, olamaz. Diğer yandan uzlaşı cephelerimize baktığımız zaman göreceğimiz üzere bunlar da asıl düşmanları olan ret cepheciler, yani faşistler karşısında son derece pasif ve ezik duruşlar sergilemektedir.  Meselâ Kuzeydeki ret cephesinin Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık prensibine karşı efelenmesine tepki olarak Talat, Alithia gazetesindeki röportajında çözümün hem KKTC’den hem de Kıbrs Cumhuriyeti’nden unsurlar içereceğini söylemiştir. Her ne kadar burada Talat’ın söylediklerinin çarpıtılmış olması kuvvetle muhtemel olsa da Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gerçekten de KKTC’den unsurlar içereceğini söylemiş olma olasılığı da göz ardı edilmemelidir. KKTC’ye olan antipatimden ötürü olsa gerek ben şahsen Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nde hiçbir KKTC unsurunun yer almaması taraftarıyım.  Ama asıl önemli olan benim neyin taraftarı olduğumdan ziyade söz konusu unsurların neler olduğudur. Sanırım hem Talat’ın, hem de Hristofyas’ın en büyük hatalarından biri de ortaya yuvarlak lâflar ve içi boş kavramlar atmak suretiyle hem birbirlerinin hem de kitlenin kafasının karışmasına sebep olmalarıdır. Medyadaki manipülasyon ve çarpıtmanın had safhalarda zuhur edegeldiği ülkelerden biri olan Kıbrıs’ta çözümün önündeki en büyük engellerden biri de sanırım liderlerin zaten çelişkili ve tutarsız söylemlerinin medya tarafından manipüle edilerek daha da tutarsız ve çelişkili hallere getirilmesidir. Örneğin geçen hafta da Hristofyas gazetenin birine verdiği demeçte “Talat’la işgale karşı savaşıyoruz,” demiş.  Aradan bir hafta geçmeden Talat, “Çözüm KKTC’den unsurlar içerecek” diyor. Kuzeydeki retçilerin “işgal” kelimesinden, Güneydeki retçilerinse “KKTC” kelimesinden ne denli tiksindiklerini akılda tutarak iki taraftaki ret cephelerinin bu sözler karşısındaki öfkesini de siz düşünün artık, ki düşünmenize gerek bile yok, söz konusu öfke gazete sayfalarından ve televizyon ekranlarından fışkırmaktadır zaten. Herneyse, liderler birbirlerine “medyada okuduklarına sakın inanma, sen benim doğrudan sana söylediklerim doğrultusunda belirle siyasetini, aksi takdirde bu işin içinden çıkamayız,” şekline sözler söylemiş olabilir, bu mümkündür, lâkin bence yetersizdir, çünkü her iki liderin de asıl yapması gereken söyledikleri sözlerin öteki taraftaki ret cepheciler üzerinde yaratacağı etkiyi hesaba katarak konuşmak ve birbirlerini ret cepheciler karşısında zor duruma düşürmekten şiddetle kaçınmaktır. Yani kendi taraflarındaki ret cephecileri dindirecekler diye öteki taraftaki ret cephecileri galeyana getirmekte olduklarını unutmamaları lâzımdır. Diğer yandan medya mensuplarının da bu işleri ciddiye alması ve ölüm dediğimiz şeyin tersine çevrilemez bir sürecin neticesi olduğunun idrakiyle yazıp çizmesi gerekmektedir yazıp çizeceklerini. Tabii tüm bu talep ve temenillerin belki de sadece umut dolu birer hayâl olduğunu da ayrıca akılda tutmak gerekir. Gelinen nokta öyle bir noktadır ki en çok ihtiyacımız olan şey saflık ve masumiyet olmaktan ziyade dürüstlük ve samimiyettir. Söylemeye gerek bile yok belki ama eğer bu adada bir gün bir çözüm olacaksa bu ancak birbirimizin kuyusunu kazmaktan vazgeçtiğimiz gün gerçekleşecektir.   


  20.06.2008 18:39:42 afrikagazetesi 

Ölüm Dürtüsünün Ötesinde

 

 

İnsan ruhunun karanlık yönünü yakından tanıyan okuyucularımızın gayet iyi bileceği üzere insan denen mahlûk, yasanın negatif gücüne karşı sevgiyi üretebildiği oranda edilgen bir hiç olmaktan kurtulup etkin bir varlığa dönüşür. Artık hepimizin bildiği gibi yasanın negatif dayatmalarının ölüm dürtüsüne sebebiyet verip insanı ölmeyi arzular hale getirmesi kuvvetle muhtemeldir. Yasa ve ihlâlin hastalıklı kısır döngüsünü kırmak için gerekense bilinçdışı dürtüleri bilinçli arzulama biçimlerine dönüştürmektir. Zira yasanın ötesindeki sevgi alanının açılması akıldışı yasalara şiddetli ve/fakat akılcı bir müdahaleyi gerektirir. Eğer “öldürecek ve öleceksin” diye buyuran bir yasa söz konusuysa, ölmekten ve öldürmekten nefret eden okuyucularımızn takdir edeceği üzere öldürülmesi gereken şey söz konusu yasanın kendisinden başka bir şey olamaz. Bilinçli seçim yapabilecek insanların ortaya çıkabilmesi için önce bilinçsizliği besleyen etkenlerin tamamen ortadan kaldırılması, sonra da bilinçli seçimlere dayalı yeni değerlerin yaratılması zaruridir. Muazzam bir yıkıcılık aracılığıyla mantıktan yoksun yasaların kışkırttığı dürtülerin kısır-döngüsel hareketi bozguna uğratılmalı ve sevgiden güç alan yeni bir yaratma dönemi yıkım neticesinde ortaya çıkacak hiçliği yeni bir varlığa dönüştürmelidir. Evet, sevgiden güç alan bir dünyanın kurulmasının yolu doğru hedefe yönlendirilmiş nefretten geçer. Bu da demektir ki ölüm dürtüsü son aşamasına kadar götürülmelidir ki tersine dönüşüp yaşama hizmet eder hale gelsin. Bu bağlamda Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabında ortaya koyduğu, “nihilizme karşı en etkili silah gene nihilizmdir” düşüncesi son derece mânidardır. Ama belirtilmelidir ki burada Nietzsche iki farklı nihilizmden söz etmektedir: Bunların birincisi reaktif, ikincisi ise aktif nihilizmdir. (Aktif güçler ve reaktif güçler arasındaki ilişkinin ayrıntıları için Beni Bu Dışarıdan Çıkarın adlı kitabımın 101 ve 102’nci sayfalarına bakınız). Herneyse, Nietzsche’ye göre üstinsana ulaşabilmek için insanın nihilizmin doruğuna çıkması ve kendini yok etmesi gerekiyordu. İnsanın bu sembolik intiharını ise üstinsan formundaki sembolik yeniden doğuşu izleyecekti. Şiddete sıcak bakmayan okuyucularımız için konuyu açacak olursak ise şunu söyleyebiliriz: Gerçekten yeni bir şey yaratmak için önce mevcut olan her şeyi tamamen yıkmalısınız. Bu yıkım işleminin şiddet ihtiva etmemesi ise namümkündür. Reformizmin en büyük hatası değiştirmeye yeltendiği sistem ve yapıların temel ilkelerini ve değer yargılarını muhafaza etmeye meyilli oluşudur. Reformizmin temelinde yatan ikiyüzlülüğü teşhir etmeye ise bilmiyoruz gerek var mı. Ve işte böylece geldik tüm bunların psikotik geri çekilme vakalarıyla alâkasına. Yasanın dayatmaları sonucu içsel hayalleriyle sembolik dış gerçeklik arasında bir bölünme yaşayan özne tüm yatırımını dış dünyadan çektiğinde zuhur eden ruhsal bir durumdur psikoz. Dış gerçekliğin kendi içinde bölünmüş olduğunu kavrayabilmesi için öznenin içsel hayallerine yönelip dış gerçekliği tamamen yadsıması veya tabiri caizse sembolik dış gerçekliğin kurmaca bir bütünlükten başka bir şey olmadığını görmesi gerekir. Yasanın mutlak olmadığını kavrayan özne kendi içsel hayallerini dış gerçekliğe empoze edip yasaya müdahale ettiği oranda bilinçli bir insan olur. Yani bilinçli bir insan olabilmek için öncelikle bilinçdışının malum dehlizlerinde kendini kaybetmesi, sonra da yeniden yaratması gerekir insanın. Çünkü eğer bu kendini kaybedişi yeni bir düzenin inşası izlemezse psikoz ilerler ve kişi ölüme yenik düşer. İnsanın sadece kendisinin görebildiği bir hakikati diğer insanların da görmesini sağlamaksa sağduyu denilen illetle arasına bir mesafe koymakla kalmayıp ayrıca yeni bir gösterge sistemi, yani yeni bir dil yaratmasını da gerektirir. Zira belli ki yeni değerler eleştirel insanla mevcut düzen arasındaki boşluktan hiç beklenmedik biçimlerde fışkıracaktır. Belki de bazen bir süreliğine hiçbir şey yapmamak yapılabilecek en iyi şeydir. Meselâ mevcut düzeni korkunç bir canavar olarak tahayyül ediniz, ve düşününüz, eğer mevcut düzen içinize korkunç bir canavar formunda işlemişse ve siz dünyayı iyi yönde değiştirmeye çalışıyorsanız, ne yaparsanız yapın yaptıklarınız dünyayı kötü yönde değiştirmeye hizmet eden eylemler olacaktır. Çünkü korkunç canavarlar iyilik yapmaya muktedir olmaktan ziyade kötülük yapmaya meyilli ve hatta buna mahkûm varlıklardır, ki zaten kendilerine bu yüzden korkunç canavarlar denmiştir. Yani kısacası kendimizi dünyayı iyi yönde değiştirmek yolunda iyilik melekliği yaptığını zanneden, lâkin işte aslında mevcut düzene hizmet etmek suretiyle dünyaya kötülük yapmakta olan korkunç birer canavar olarak görebilmeliyiz ki bu dünyaya en büyük iyiliği neden ancak hiçbir şey yapmamakla yapabileceğimizi daha iyi idrak edebilelim.

 

AfrikaGazetesi

20 Haziran 2008 Cuma

Cengiz Erdem


  19.06.2008 09:53:44 afrikagazetesi 

Afrika Gazetesi'nin yeni web sayfası...

http://www.afrikagazetesi.net/


  19.06.2008 09:42:17 afrikagazetesi 

Siyasi Birer Duruş Olarak Aymazlık, Döneklik ve Keratalık

Pek muhterem efendimiz,

Gözünüz aydın; bugünkü yazımızda sizi sadece tenkit etmekle yetinmeyip, tenkitlerimize ilâveten bazı saptamalarda da bulunacak ve hatta bununla da kalmayıp bu saptamalara bağlı olarak bir takım öneriler arzedeceğiz bilgilerinize. Öncelikle sizi son derece önemli olduğunu düşündüğümüz bir konuda uyarmak istiyoruz. Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde size gönderilen belgeleri orijinalllerinden mi, yoksa Türkçe çevirilerinden mi okuduğunuzu bilmiyor, bilemiyoruz hâliyle. Lâkin bildiğimiz bir şey varsa o da bu çeviri mevzusunun son derece hassas bir mevzu olduğudur. Son günlerde gazetelerimizde çıkan haberleri takip ediyorsanız gayet iyi bileceğiniz üzere hedef olarak ortaya konan çözüm şekli “İki Toplumlu, İki Kesimli, İki Kurucu Devlet’ten Oluşan, Tek Egemenliğe Dayalı Federasyon” şeklinde, yani yanlış lânse edilmektedir okuyuculara. Bunun doğrusu, “İki Toplumlu, İki Kesimli, İki Oluşturucu Eyalet’ten Oluşan, Tek Egemenliğe Dayalı Federasyon” dur, ki bu da Yeni Kıbrıs Devleti’nin İki Oluşturucu Eyalet’in Tek Egemenlik Altında Birleşmesiyle oluşturulacağı anlamına gelmektedir. Başbakan’ın “şekil önemli değildir, önemli olan içeriktir,” sözlerine aldırmayınız. Bilmiyorsanız söyleyelim, biçim ve içerik birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Biçimsiz içerik, içeriksiz de biçim olmaz, olamaz. Eğer olabilseydi “bedensiz organlar” veya “organsız bedenler” kavramları mantıklı olur, bedeni veya organları olmayan insanlar gayet diri bir vaziyette ortalıkta dolanabilirdi.

Herneyse,  hatırlayacağınız üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1 Nisan 2003 tarihli raporunda yer alan “two constituent states” ibaresi konuyla ilgili çevrelerde kafa karışıklığına sebep olmuş ve neticede mevzu, söz konusu ibaredeki “state” kelimesinin “devlet” anlamına gelmekten ziyade “eyalet” anlamına, "constituent" kelimesinin ise kurucu anlamına gelmekten ziyade, oluşturucu (terkip ve teşkil edici) anlamına geldiğinin açıklığa kavuşturulmasıyla tatlıya bağlanmıştı. Oysa görülüyor ki kimsenin bu ince ayara pek dikkat ettiği yoktur. Sizden talebimiz ya orijinal metni doğru okumak yoluna gitmeniz, ya da çevirmenlerinizi değiştirmenizdir. Zira böyle hassas bir konuda anlam karmaşası yaşamanız ileride çok büyük sorunlara sebebiyet verebilecektir, ki nitekim vermektedir bile hatta zaten işte. Gerekirse dil-bilimcilerden ve çeviri uzmanlarından yardım alınız ve boşu boşuna akıntıya karşı kürek çekmeyiniz.

Meselâ bakınız Hristofyas’ın Kıbrıs Cumhuriyeti adına İngiltere’yle imzaladığı Karşılıklı Anlayış Memorandumu’nun 23 Mayıs’ta uzlaşılan dille örtüşmediğini söylüyorsunuz. Bir gün öyle, bir gün böyle, oh ne güzel, salla gitsin...  

Bir kere ne 23 Mayıs’ta aldığınız kararlar doğrultusunda Hristofyas’la yaptığınız ortak açıklamada, ne de 1 Nisan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararında “adada ayrı bir siyasi varlığın tanınması, ya da statüsünün yükseltilmesi” bahse konu edilmiştir. Okuduğunuzu anlamıyor musunuz, yoksa yaptığınız anlaşmaları Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Konseyi’nin tepkileri doğrultusunda manipüle ve/yani ret mi ediyorsunuz?

23 Mayıs ortak açıklamasında "two equally constituent states," yani “eşit statüde iki oluşturucu eyâlet,” deniyorsa ve sizin çevirmenlerinizi bunu “iki kurucu devlet” diye çeviriyorsa İngiltere ne yapsın? Ayrıca, bakınız Memorandum’da Kuzey Kıbrıs’ta askıya alınmış olan AB muktesebatının Protokol 10 çerçevesinde askıdan indirilmesi öngörülüyor; peki bunun nesi kötü ki karşı çıkıyorsunuz? Yoksa memlekete adalet gelince mafyayla kurduğunuz çıkar ilişkilerinin bozulmasından mı korkuyorsunuz? Her allahın günü Türkiye’ye şükran çekip, Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Konseyi’nin kararları doğrultusunda fikir ve duruş değiştiriyorsunuz, sonra da kalkıp “İngiltere bizi bilgisizlizlik, tecrübesizlik ve beceriksizlikle itham ediyor,” diyorsunuz. Bu ne gaflettir, ne cehalettir ve hatta ne aymazlıktır böyle ey pek muhterem efendimiz?

Devamla şunları da sözlerimize ekleyelim müsaadenizle: 1960 anlaşmasına göre Türkiye de garantör, İngiltere de, hem de eşit statüde... Diyelim ki İngiltere daha da ileri gitti ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta üstlendiği gibi bir rol üstlendi Güney Kıbrıs’ta, o zaman ne yapacaksınız ? Siz her iki haftada bir Türkiye’nin adadaki gücüne güç katan anlaşmalar imzalamaktasınız zaten, ve/fakat İngiltere Kıbrıslı Türkler’in Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndan kaynaklanan haklarının savunulmasını söz konusu Memorandum’la bir kez daha teyid etmek yoluna gidince hiç utanmadan onu aymazlıkla suçlamaktasınız.  Oh ne alâ, ne alâ... Oysa bakınız Memorandum’da ne deniyor:

“Her iki ülke de adanın yeniden birleşmesi için çalışacaklarını taahüt eder. Amaç, ilgili BM kararları tarafından ve AB’nin kuruluşunun dayandırıldığı ilkeler tarafından tanımlandığı üzere, iki bölgeli, ve iki toplumlu bir federasyona ve siyasi eşitliğe dayanan kapsamlı ve yaşayabilir bir çözüme ulaşmaktır. Bu çözüm tek egemenlik, tek uluslararası kimlik ve tek vatandaşlık temelinde olmalıdır.”

Peki bunun nesi yanlış? Sizin üzerinde mutabakata vardığınız çözümün çerçevesi bu değil miydi zaten?

Öyleydi...

Ee, o halde neden efeleniyorsunuz?  Yoksa siz kendinize dünyanın gözleriyle bakamıyor musunuz?

Dünya âlem Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıslı Türkler’i rehin tuttuğunu ve adanın doğal kaynaklarını sömürdüğünü görmüyor ve bilmiyor mu sanıyorsunuz?

Vay keratalar vay...


  08.06.2008 08:40:46 afrikagazetesi 

Sadede Gelmenin Yolları

Sevk ve idare mekanizmamızın karanlık yönünü yakından tanıyan ve yazılarımızı dikkatle takip eden okuyucularımızın gayet iyi bileceği üzere devletin kötü yönetilmesinin insanların sinirlerinin bozulmasında oynadığı önemli role daha önce pek çok yazımızda değinmiştik. Lâkin değişen ülke koşulları gereği bu konuyu bir kez daha, fakat bu kez farklı bir biçimde  yeniden ele almakta fayda gördük. Zira bizim durduğumuz yerden bakılınca görülen odur ki devletimiz artık bırakın kötü yönetilmeyi, yönetilmiyor bile. Yani bir sevk ve idare mekanizması olarak devletin yönetici kadrolarını işgal edenlerin bizzat kendileri yönetme işini bir tarafa bırakmış, yönetilmeyi marifet beller hale gelmiş ve hatta bununla da kalmayıp lâf ebeliğiyle gün geçirmekten başka bir iş yapmamayı seçmişlerdir seçildikleri günden beridir. Meselâ zannımızca şu diyalog pek manidardır yurdumuzun içinde bulunduğu kaygı verici ve bir o kadar da düşündürücü, hatta tabiri caizse akıllara durgunluk verici durumu gözler önüne sermesi bakımından:

Merhaba efendim.

Merhaba, merhaba... Lâkin fazla uzatma, sadede gel. Son durum nedir?

Onyedi öğretim görevlisini, iki, altı ve dokuzluk gruplar halinde ve üç seferde işten attık efendim. Gerekçe olaraksa yaptıkları grevi “izinsiz olarak işe gelmeme vakası” olarak lânse ettik.

Pek iyi etmişsiniz ama bence bu sayı son derece yetersiz; mümkünse hepsini işten atın; böylelikle üniversitelerin kapatılmasını sağlayın, suçu da her zaman olduğu gibi gene öğretim elemanlarına atın. Öğretmenlerin grevi ne oldu peki?

Grev sürüyor efendim.  Eğitim kurumları felç olmuş vaziyette; veliler endişeli, öğrencilerin sinirleri ise son derece bozuk.

Güzel. Peki tüm diyalog kapılarını sonuna kadar kapadınız mı?

Kapadık efendim. Sendikanın bizimle diyalog kurmasını imkânsız hale getirdik. İnadımız keçi inadı...

Harika. Grevin bir ay daha sürmesi ve böylelikle de sınavların iptal edilip eğitim sisteminin tamamen felç olması, bu vesileyle de işte geleceğin karartılması için ortada gaspedilen bir hak olmadığını söyleyip herkesi sinir edin. Biliyorsunuz sinirli insan doğru düşünemez ve hata yapar.

Hakların gaspedilmediğini, daha doğrusu ortada gasp edilen bir hak olmadığını zaten söyledik, söylüyoruz ve söylemeye de devam edeceğiz efendim.

Pek yerinde. Peki ya askerlik yasası ne oldu?

O konuda hiçbir endişeniz olmasın efendim. Asker sivil el ele öyle bir yasa hazırladık ki yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın adaya dönmesini imkânsız hale getirdik.  Ölene kadar askerlik yapmak zaruretini doğurduk. Ayrıca sivillerin askeri mahkmede yargılanabilmesinin önünü daha da açtık.  Vatandaşı yapay suçlarla itham edip askeri mahkemelerde süründürmeyi plânlıyoruz. Sistematik bir biçimde yoklama kaçağı durumuna düşürdüklerimizin cezalarını da enflâsyona paralel olarak arttırdık. Vatandaşlarımız adaya ayak basar basmaz asgari ücretin dörtte biri kadar ayakbastı parası topluyoruz.  Vicdani, akli, felsefi, fiziki, ruhi, yani işte her tülü reddin de  önünü tıkadık.  Askerliği reddeden olursa hücreye tıkıp ölüme terkedeceğiz. Kısacası siyasetimize ve birbiriyle çelişen maddeler ihtiva eden yasalarımıza karşı olanları askere havale ettik de denebilir sanırız. Tabii biliyorsunuz bunu söyleyenleri allah acısa da asker acımaz. Yani her şey tıkırında...

Muhteşem. Kıbrıs sorunu nasıl gidiyor?

Öyle bir sorun yok efendim. Rum tarafı ve AB, askerin adadan çekilmesini istiyor o kadar.

Hımm, demek öyle? O halde asker sayısını seksen bine çıkarın.  Hem böylece adadaki asker sayısıyla Kıbrıslı Türk sayısı da eşitlenmiş olur, kişi başına bir asker düşer.

Düşer efendim. Bu arada unutmadan hemen belirtelim, toprak da istiyorlarmış ama onlara bunun sorun olmadığını, gerekirse kendilerine kamyonlarla toprak verebileceğimizi söyledik.

İyi etmişsiniz. Saçmalığa daha büyük bir saçmalıkla karşılık vermek pek yerinde bir davranış olmuş. Bu arada Rum mallarını yağmalamayı ve memleketi ona buna peşkeş çekmeyi de sürdürün. Rum mallarının üstüne bal döküp yalamayı ise ihmâl etmeyin. Gündemimizde daha başka neler var?

Eem, hah, geriye kalan Kıbrıslı Türkler’in adayı bir an önce terketmesi için gerekli koşulları yaratmakla meşgulüz şimdi.

Evet, evet, yes be annem! Barra be annem. Mümkünse Kıbrıslı Türk olarak sadece CTP parti meclisi üyeleri kalsın bu kaymak adada.

Haklısınız efendim; CTP parti meclisi üyleri yeter de artar bile KKTC’yi sonsuza dek yaşatmaya.

Fazla bile gelir hatta. Herneyse, dediğim gibi, Kıbrıslı Tükler’in yokoluş sürecini daha da hızlandırın. Otel, kerhane, kumarhane yapın, sağa sola beton yığın, dağlardaki ağaçları sökün, yerlerine bayrak dikin. Ormanları yakın, yerlerine taşlar koyup kırmızı beyaza boyayın, boyadığınız bu taşları ışıklandırın, Rum’u rencide ve sinir edin. Karpaz eşeklerinin neslinin tükenmesi yolunda bölgeye silah sevkiyatı yapın. Kıbrıs sorununun çözümünü mümkün mertebe zorlaştırın. Görüşmelerde neler olup bittiğini ise halktan gizleyin. Çözümsüzlük için Rum’u ve dünyayı suçlayın. AB yasalarının yanı sıra kendi yasalarımızı da hiçe sayın, anayasayı çiğneyin, kimseye çaktırmadan geviş getirin. Adaleti ayaklar altına alın ve bununla yetinmeyip onu ezim ezim edin. KKTC’yi sonsuza dek yaşatmak için ne gerekiyorsa yapın işte, bunları söylemem gerekmesin artık size...

Bugün pek histeriksiniz efendim.

Öyleyim evelallah, lâkin kes sesini, konuşma... Şimdi git askerin önünde el pençe divan eğil, anavatana şükran çek, KKTC’yi sonsuza dek yaşat, üstüne bir de otuzbir çek, vebugibi...

Yaşatayım efendim, çekeyim efendim.  Ama sanırım önce diriltmem gerekecek söz konusu hilkat garibesini.

Saçma sapan konuşacağına insanımızın yokoluş sürecini daha da hızlandır. Durma, bas gaza... Bunu yaparken de “farklılıklarımıza rağmen birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz” söylemini ağzında sakız et. Tekrar geviş getir, gerekirse bu dünyayı dize getir.

Size çay da getireyim mi efendim?

Çay da getir bana; ama tavşan kanı değil, Kıbrıslı Türk kanı olsun, hem de ince belli cam bardakta; yanına bir de simit koymayı ise sakın unutma...  

Peki ya tasma?

Ma daha durun be, hade barra, barra be barraa, varraa, zorraa, lôrra da gorraa!

Son derece kutsal lâflar ettiniz, dolayısıyla da işte veledallin amin, ey ulular ulusu ve de hangi vesileyle olursa olsun kadimliğinin boyutlarını dillendirmeyi anlamsız kılacak derecede kadim olduğunu düşündüğümüz pek muhterem efendimiz!

 cengiz erdem, afrika gazetesi, 28 Mayıs 2008

Üçüncü Çoğul Şahıs Nezdinde Gereğinin Yapılmasını Lânetlerimizle Talep Ederiz

Pek muhterem efendimiz,

Bilmenizi isteriz ki Brüksel’e kadar gelip de bizi ziyaret etmemiş olmanız inanın bizi son derece derinden yaralamış, adeta işte yüreğimizi dağlamıştır. Oysa bizim size söyleyecek o kadar çok sözümüz vardı ki... Herneyse ama, madem ki gelmediniz biz de size zamanında askerle danışıklı dövüş yaptığını iddia ettiğiniz ve şu anda elinizde tutmakta olduğunuz bu gazetenin sayfalarından seslenmeyi uygun bulduk.

Öncelikle sizi Ercan Devlet Havaalanı’na KKTC bayraklı cumhurbaşkanlığı forsuyla iniş yaptığınız için tebrik etmek istiyoruz. Yalnız merak ettiğimiz bir şey var sevgili pek muhterem efendimiz; Brüksel’e inerken de takmış mıydınız uçağınıza o bayrağı, yoksa bu sadece Kıbrıs’a inişinize özgü bir iniş biçimi miydi? Yani demek istiyoruz ki, Avrupa topraklarında başka türlü, Ortadoğu topraklarında ise daha başka türlü bir insan mı oluveriyorsunuz siz? Biz alıştık gerçi sizin bu sağ gösterip sol vurmanın da ötesine geçen ikiyüzlü şaklabanlıklarınıza, lâkin vatandaş merak içerisinde efendimiz. Bizim görevimiz de vatandaşın merak sebebiyle sorduğu ve sizin yanıtsız bırakmakta ısrar ettiğiniz soruları yanıtlamak olduğuna göre, sanırız ki sorumuzun pek de öyle abesle iştigal bir soru olmadığını siz de takdir etmişsinizdir.

Herneyse, tüm bunlar teferruat aslında. Asıl önemli nokta Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde gerçekleşen görüşmeleri neden mahrem tutmak eğiliminde olduğunuzdur. Yoksa Türkiye’den gizli işler mi çeviriyorsunuz? Yoksa aslında Kıbrıslı Türkler’den değil de, Türkiye’den mi gizliyorsunuz görüşmelerde konuşulanları? Merağımızı mazur görün efendimiz, lâkin siz de takdir edersiniz ki biz de umutlanmak istiyoruz tıpkı sizin gibi. Hatırlayacağınız üzere marazi bir toplum olduğumuzu söylemiştiniz bir-kaç ay önce, fakat maraz etmemek için tek bir gerekçe bile göstermemiştiniz bizlere. Şimdi de işte görüşmelerden son derece umutlu olduğunuzu söylüyor ve bizim de tıpkı sizin gibi umutlu olmamızı salık veriyorsunuz. Ama devletin kendi insanına zulmetmeyi marifet bellediği ülkeler arasındaki yerimizi her geçen günle birlikte sağlamlaştırdığımız artık su götürmez bir gerçek halini almışken ve ortada umutlu olmamızı gerektirecek en ufak bir gösterge yokken nasıl olur da umudu bahis konusu yaparsınız, inanın anlayabilmiş değiliz. İşin daha da ilginç yanı ise çözüm ve barış diye diye bizi kalıcı bir çözümden ve adil bir barıştan uzaklaştırmak yönünde eylem ve söylemlerde bulunmayı marifet bellemenizdir. Bunların artık gizlenmeye bile gerek görülmemesi, bilâkis aleni bir şekilde yapılmasının son derece kaygı verici ve bir o kadar da düşündürücü bir durum arzettiğini söylemeye ise bilmiyoruz gerek var mı.  Meselâ kendi insanına ambargo uygulamaktan başka bir amaca hizmet etmeyen ve Kıbrıslı Türkler’i Kıbrıs’tan tecrit ve izole etmeye yönelik olarak asker sivil el ele yeniden düzenlediğiniz askerlik yasasını imzalamanız da sizin ne denli kötü niyetli bir tip olduğunuzu da bir kez daha kanıtlamıştır. Söz konusu askerlik yasasına imzayı basmadan önce yasa metnini okuyup okumadığınızı bilmiyoruz, ki zaten bu bizi pek ilgilendirmiyor. Bizim için mühim olan söz konusu yasanın sizin onayınızdan geçip yürürlüğe girmiş olmasıdır. Yurtdışında yaşayan soydaşlarımıza üvey evlât muamelesi yapan söz konusu yasayı imzalarken hiç mi vicdanınız sızlamadı, diye soracak değiliz size,  zira sizin vicdanınız olsa ne yazar, olmasa ne?

Bilgiden ve beceriden yoksun oluşunuz ise işlediğiniz suçları hafifletmeye yetmiyor, yetmeyecek ne yazık ki. Tüm bu vesilelerle de işte sizi insan yönünün karanlık yönünü gayet iyi tanıyan okuyucularımızın huzurunda bu köşeden bir kez daha lânetlemek istiyoruz ey idrak kabiliyetinin cüziliği insan olanın aklına durgunluk vermesi kuvvetle muhtemel seviyelerde seyreden pek muhterem efendimiz!

cengiz erdem, afrika gazetesi, 30 Mayıs 2008


 

 



Kendini göm, beni doğur
Beni bırak, sen kaç ve kurtul
Sen kal, ben kaçıp kendimi kurtarayım
Ben kaçayım, sen kal ve kurtul
Kendini bırak, ben kaçıp kurtulayım
Sen kendinden kaç, beni kurtar
Kaç ve beni kendinden kurtar
Seni kendinden kurtarayım, kaçalım
Kalalım
Başka bir şekilde olalım

 


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Cengiz Erdem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

 

Bu dosyanın son güncelleme tarihi: 24.11.2024 13:21:58