Bir daha asla okunmayacak yazılar yazıyorum bu aralar. Durmaksızın, okunacak onca kitap, izlenecek onca film, yaşanacak ertelenmiş onca vakit varken ben sadece yazmakla yetiniyorum kurduklarımı…
Kadınlarımın lanetine inanırım. Ve bu lanetten yazmakla kurtulacağıma belki de. Yazdıkça hafifleyeceğine artıyor içimdeki.
En kalın yerinden kırılsın istiyorum. Kırılsın ki aksın, yolunu bulsun sonra.
“ F.E.S. ve öbürleri için
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle…”
Öyle çok okudum ki Ahmet Telli’nin aşkın bitişini karşıladığını anlatan bu şiirini..
Bir zamanlar öyle sık dolardım ki bu şiiri, çünkü bir türlü bitmek bilmezdi garip bir med cezir’di kadınlarla yaşadığım şey. Gerçi şimdi de farklı değil ama bu sefer cezir’i var da med’i yok.
Yazıyorum bu aralar sürekli durmaksızın. Yazdıkça azalacağına inanıyorum. Azalır mı dersin?
Uzun geceler boyu bol kahve, bol alkol, gecenin karanlığında balkondan karanlığa dalıp gitmek ve bolca da suskunluk yazmaya eş ettiklerim. Yazdıklarımı okumuyorum bir daha. Sana da olur mu? “bitti, artık oldu bu yazı.” der misin yazdığın yazı için. İşte bunu dedikten sonra ben son bir kez belki de birkaç kez okurdum yazdıklarımı ama artık oldu demek bile gelmiyor içimden son harfi karaladıktan sonra (Nokta koyamıyorum, üç nokta da yetmiyor sözcüklerimin sonuna. Neden ki) yırtıp atıyorum yazdıklarımı. Suya yazıyorum zaten. Kimbilir belki de hayıflanacağım, neden tutmadım elimde de suya yazdım diye. Ama yazdıklarımdan daha çok acı veriyor içimde ki…