10. yüzyıl sonlarında Karahanlılar Devleti ile toplum olarak İslâm a giriş yapan Türk Milleti; sonrasında Selçuklu Devleti ile geliştirdiği dil ve kültür kurumlarını, Osmanlı Devleti nin özellikle 17. Yüzyıl içinde muhteşem bir hâle getirdiğini görüyoruz.
Osmanlı Türkçesi oluşturulurken, özellikle dindaşı olan coğrafyadan, yani Arapça ve Farsçadan çok sayıda kelime alınacaktır. Buna da daha ziyâde ihtiyaç duyduğu kelime ve kavramları kendi dilinde bulamayınca, bu dillerden karşılamak ihtiyacı duyulur.
15. yüzyıl içinde Osmanlı Devletinin sınırlarının genişlemesi ve devlet disiplinin yerleşmesi sonucunda, Türkçe bu yüzyılda devlet dili, bilim ve sanat dili olmanın yanında, konuşma ve yazı dili birliği de sağlanmış ve bu dil ile edebî ürünlerini vermeye başlayacaktır.
XVI. yüzyıla gelindiğinde, üç kıtada hüküm sürmekte olan Osmanlının bütün kurumlarında görüldüğü gibi, dil ve edebiyatta da bâriz bir gelişme kendini gösteriyordu. Artık Türkçe müstakilen, Arapça ve Farsça ile rekabet edebilecek bir seviyeye gelecekti.
Ancak 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren dilde başlayan yenileştirme hareketleri, 20. yüzyılın başlarına kadar devam edecek ve özellikle Tanzimatla birlikte Batı kültürünün etkisi altına girmeye başlar. Dönemin edebiyatı, artık divan edebiyatının çıkıp, özellile Fransızca nın etkisi altında altında Avrupaî bir nitelik kazanmaya başlayacaktır.
Türkiyede Tanzimat ile başlayan dil tartışmaları, İkinci Meşrutiyet döneminde bayağı bir hız kazanır.
Önce Meşrutiyet in daha sonra da Cumhuriyet in toplum, kültür ve medeniyet ideologluğunu üstlenecek olan Ziya Gökalp, dilde de değişimin öncülüğüne, Türkçülüğün Esasları adlı kitabının bir bölümünü de Türk dili ve edebiyatına ayırarak başlar.
Türkçe ye , tarihinde yapılan en büyük müdahale ve değişimin Cumhuriyetle birlikte yaşandığını görüyoruz.
Özellikle Atatürk ün, Cumhuriyet in kuruluş döneminde, bizzat kendisinin dil tartışmalarına katılarak, dil reformunun başlatılmasında görüş ve direktifleri ile belirleyici olacaktır. Kendisinin; Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti; dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracaktır cümlesiyle belirlenen hedefin, milli bir kültür yaratma mücadelesi olduğu anlaşılmaktadır.
Devlet eliyle, 19341936 yılları arasında Türkiye genelinde, dil konusunda, tarama ve derleme çalışmaları yapılır. Toplanan verilerin değerlendirilmesi ve bir sonuca bağlanması için, bizzat Atatürk ün talebiyle, Fuat Köprülü, Ali Canip Yöntem, Necmettin Sadak ve Reşat Nuri Güntekinin de aralarında bulunduğu bir komisyon, çalışmalara başlar. Bu komisyon, toplanan kelimelerden sadece 8000 civarındaki Arapça ve Farsça kökenli kelimeye Türkçe karşılık belirler ve meydana getirilen yeni kelimeler, bir Cep Kılavuzu kitapçığı halinde Atatürkün bilgisine sunulur. Ancak bu çalışma, Atatürk ü pek memnun etmeyecek ve Atatürk; dil konusunda bir çıkmaza girildiği gerekçesiyle, bu dil politikasından vazgeçecektir.
Başarısızlıkla karşı karşıya gelinen dil çalışmalarının hemen akabinde; yani 19361937 yılları arasında bu defa, dil felsefesi üzerinde yoğunlaşılır ve mâlumTürk Tarih Tezi nin paralelinde bir Güneş Dil Teorisioluşturulur. 24 Ağustos 1936 tarihinde kabul edilen bu teorinin ana felsefesi, Türk dilinin kadimliği ve diğer dillerin ana kaynağını teşkil ettiği tezi ortaya atılarak, saplanılan tıkanıklıktan çıkıldığı kabullenilerek konu bir sonuca bağlanır.
1938de başlayan, İsmet İnönü nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Türk Dil Kurumu, hükümetin desteği ile, dilde, ikinci bir sadeleşme dalgası başlattır. Dil sadeleştirmesi adı altında dilin yozlaştırılması, artık bir devlet politikası haline getirilecektir. Hükümetin hiç bitmeyecek olan, Yabancı Kelimelere Türkçe Karşılık Bulma kampanyaları, âdetâ, Başbakanlık, CHP teşkilâtı ve Halkevlerinin birinci derecede faaliyet alanları olarak ortaya çıkacaktır.
Türk kamuoyunda, 1946 yılı ile başlayan, demokratikleşme taleplerinin iyiden iyiye arttığı bir ortamda, Hükümetin dil politikası, özellikle dilbilgisi kuralları ile bağdaşmayan uyduruk kelimeler şiddetle eleştirilmeye başlar.
1950 seçimleri ile iktidar olan Demokrat Partinin, öncelikle ele aldığı meselelerden biri de dil konusu, dolayısıyla da Türk Dil Kurumu olur. Kurumun yönetim yapısı değiştirilerek, ona yarı resmî bir statü kazandırılır. Ardından 1952de Anayasa metnindeki Türkçe kelimelerin değiştirilmesine girişilir ve 1924teki, dilin bozulmamış şekliyle, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yeniden yürürlüğe konur.
Demokrat Parti yönetimine göre, millet Dil Devrimi ne hiçbir zaman rağbet göstermemiş, hatta onu red ettiğinden, bu çabalardan artık vazgeçilmesi zamanının geldiğini her vesile ile ifade etmiştir.
27 Mayıs 1960 darbesi ile birlikte Dil Reformu tartışmaları, artık tamamiyle ideolojik tartışmaların polemik konusunu oluşturacaktır. Tartışmalar, kamuoyunda daha ziyade , Faruk Kadri Timurtaşla, Ömer Asım Aksoy un arasında olur ve döneme damgasını vurur.
1970 lerde tartışmalara artık yavaş yavaş eski şiddetini kaybeder ama; dil de eski dil oluşunu kaybetmekle kalmaz, ortaya bir ucube çıkar.
O güzelim Osmanlıca kelimeler artık meraklıları için sadece eski kitapların sayfalarında kalır.
Sonrasında, konuşulan, hatta yazılan dil tam anlamuıyla avamî bir hâl alır
Meselâ ; KÂİNAT-Acun a, BERAÂT-Aklamaya, ÂDET-Alışkı ya, HATIRLAMAK-Anımsama ya, HANIM-Bayana, ZEKÂ-Anlak a, TEREKE-Bırakıt a, BAKİYE-Kalıntı ya, ŞİMÂLÎ-Kuzeysel e, MAHSUS-Özgü ye, vd. bir çok sevimsiz SÖZCÜK lere bezenir dilimiz
Salih Zeki Çavdaroğlu
20 Şubat 2021
https://ferahnak.wordpress.com/2021/02/21/tarih-boyunca-turkcemize-sadelestirme-adina-yapilan-ihanetler-ve-bunun-sonuclari/