Başıboş sokaklarda geziniyordu sevdalar;terkederken ucurtmalar gökyüzünü,dolaşıyordu bu sokakta yürek yaralayanlar ve kızıla boyanıyordu güneşin rengi...Herkese sevdalı diyorlardı ya gerçek sevdalının zoruna gidiyordu bu...Birbirini tanımadan oluşan bir topluluk ve bu topluluğun içinde mutluluğun emsali sınırsız gülücükleri dağıtan bir çift insan,biraz sonra ortadan ikiye bölünmeye hazır kırmızı kurdelanın ucunda iki sembolik halka,üç-beş sayfalık defter ve kalem hazır bekliyor masanın ucunda...Bu kadar basit görünüyordu sevdanın giriş kapısı.Ya sonrası?Üç-beş sayfalık bir defterle kapanmıyordu oysa mazi ve kapanmadıkça rutubet bağlıyordu aşkın odaları...Çözülüyordu kireçler duvardan;nereye kadar süpürülebilirdi,ne kadar yaşanılabilirdi boya tutmayan duvarların arasında?İçindeki acıdan sıyrılmak isterken insan ihanetin rüzgarları çarpıyordu camları...Yakılırken parfüm kokulu mektuplar,silinirken son mesajlar kimseler bilmiyordu yüreğin nasıl temizleneceğini.Kanser hücresi gibi hızla çoğalırken kırıntılar,son nefesini veriyordu sıkışıp kaldığı yerde yalancı mutluluklar...Kırık bir gururla sığınılırken sevda sokağına,son umutlarda eriyordu dillerini yalan zırhına bürümüş gönül avcılarında.Merdivenlerden düşerken aşk gözlerden çoktan düşmüş olurdu iki damlayla ve ipi olmayan kuyularda uzatılan ipleri görmezden gelerek yaşıyordu bu sokakta yolunu kaybedenler,muhtaçlığın başgösterdiği yerde sımsıkı sarılıyordu insan vicdanına,gururun bıraktığı izlere aldırmadan...
Ucurum kenarında nadir açardı kardelenler,yıldızlar gizlice kaymaya çalışırdı gökyüzünden;şimdi ise kardelen dolu uçurum kenarları,nispet yapar gibi saklanmadan kayıyor yıldızlar,çünkü mazi dururken gönülde başlamadan bitiyordu bu sokakta hikayeler...
Başıboş Sevdalar
başıboş sokaklarda gezinen sahipsiz sevdalar