ŞEHİRLİK RÜBAİ
Kapatıp pencereyi içeri açılacağım.
İpin ucunda sallanan bir güvercinle
İsyanın başladığı yerde sekiz sütunda ismin olacak
Kanlı ilkbahar sabahları gibi
Bir tek ve imkansız Samsun yolunda
Ankara ekspresinden bir tünelde ineceğim.
Karanfille boyanmış bir gecenin ucunda
Uzaklara mühürleyeceğim seni.
Aztek tanrıçalarında unuttuğum yüzüğümle
Büyüleyeceğim tüm
prozodisiz ayrılık şarkılarını.
Kafilemde insan yok;
Çayır çimen, duvar pencere, makinist...
Üçüncü mevkii bir yalnızlık.
Belli ki yüzümü çevirmişim pencerelere
Pencereler ve zaman hep arayıp
Hiç bulduğum anafikirlerim benim.
Kafilemde insan yok;
Belli ki boş bir kompartıman düşlemekteyim.
Belki de karmalaşalardayım
kimsesiz çocukları taşımamın
anlamsızlığıyla raksediyorum
Kırlangıçların kanatlarında.
Naftalinli duruyor ana rahminde bıraktığım sözcüklerim.
Öyle temiz, pak ve güvesiz işte.
Yalın bir siyanür içiriyorum durmadan
Ve her gece
Fikirlerin, kıyasların ve kostakların oturmadığı bir ayrılık kentinin içişlerine.
Pencerenin ucundan kızgın bir demirle dürtüyorum
Kaybolan hayatların telaşlarını.
Paniklerini.
Arayışlarını.
Cesaret kırışlarını.
İnançsızlaştırılmalarını.
Nöbetlerimde bir telefon defteri
Gümüş bir bileklik, beyaz bir bluz,
En çok yeşil bir çift zümrüt..
Darmadağın boşluklara uçuruyor tenhalar üveyliğimi.
Oysa tılsımlı kehanetler kale duvarlarında gizli,
Biliyorum...
Uçuk mavilerde...
Kirpiklerim ağarana kadar beklemek zorundayız.
Zamanı durduramayız,
Yalnızca temiz fidanlar olabiliriz darağacında!
Şimdi OKU!
“Yaradan rabbinin adıyla”:
ZAMAN TUTSAK, VURGUN VE SANA AŞIKTI. BİR ŞEHİR PENCERELERDEN USUL ADIM DÜŞERKEN; BİR BALIĞIN SIRTINA TUTUNDU. BALIK, BİR ZAMANDAN BAŞKA BİR ZAMANA UÇUP DURUYORDU. ESKİ VE DİNİ BOZUK BİR ŞİİR, OLMADIK BİR RUBAİ, SİSMİK BİR PATLAMAYI ARAYIP DURUYORDU. PENCERELER BUNU BİLMİYORDU
Ufuklarımızı ayırıyorum
Yalanlarımızdan gizlemediğimiz yavru sırlarla
Zümrütü, sedefi, rehineliği, akrepliği,
- yelkovanlığı zaman zaman -
Fedakarlığı unutuyorum şimdi.
Zehir dolu bir torba avucumda...
Yalnız bir ismi olabilir diyorum ayrılığın
“Her şeyin bir adı olmalıysa”.
Oku!
İsyanın Arapçasıyla, Osmanlı tuğrasıyla...
Nasıl olsa kaldıracağım Samsun’da
cenaze gibi kutladığım doğumdünlerimi..
Şehir: Yalnızlık bir deha
Şehir: Bağnaz ağızlı bir ejderha
Oku:
BALIĞIN ÜZERİNDEN DÜNYAYA BAKAN ŞEHİR, KENDİNE AİT BİR RUBAİNİN DİZELERİNİ DUYAR DUYMAZ DİZLERİNİN ÜZERİNE EĞİLİR. BİR ŞEHRİN HER EĞİLİŞİ ZAMANDA DERİN YARALAR AÇAN BİR PATLAMAYLA SON BULUR.
Terasların, pezevenklerin, orospuların,
ağırlık merkezindeyim
Uçuk tenli bir el zemheri bir hançerle
Başını bekliyor
Hastalıklı nöbetlerimin.
Kurşun yok, tek bir darp izi bile yok!
Her şey bir oyun aslında
Ve failim bir deli saçması.
Sorular ve Yanıtlar... Derin bir zindan;
- konforlu ve su sızmasız –
Başlığın ortasındaki kalaysız namluları görüyorum.
Gerçekler ve Suretler...
Bu Kitabın Kullanım kılavuzu:
MERPHILO: Yargıç...
JEAN PAUL: Azrail...
LYDIA: Kadın...
Başrollerde: ŞEHİR
Yakında yalancı vitrinlerinde...
Esatiri akşamlara esir olmuş bir rübai
Kilisenin kenarından sızıyor kırmızı parkelere
Ve bir seri sonu satıcısı gibi
Sırtlayıp götürüyor sırtlan tüylerini
Katrana bulayıp.
Korku yıkıyor, bir kadın ağlıyor
ve çanlar durmadan
ve durmadan aynı şarkıyı çalıyor
Biliyorum, alt kata inip ceketimi ilikleyeceğim
Postallı adamlar bizim oradan geçtiğinde.
Mavzerler, tüfekler...
Aslında acı, aykırı bir korkudan doğuyor!
Ebrulu bir yamayla göğün içine giriyorum
Ve uçakların gürültüsünde sürekli –yor’lu cümleler kuruyorum.
Her yanım duvarlarla kaplı
Belli bir mesafeden ateş alınca öldürmüyor
Tabancalar.
Oysa henüz
Bilmiyorum elimdeki delilleri
Doğurgan değilim ki yeniden yaratayım bir lanetli şehri.