sayfaya tüneller açan cümle
çocukluğuma gönderdiğim bir susuş dolusu akvaryum
ağlayışımın vitriniydi gözleriniz
sorarım size
hangi gülüş, tiyatromun sokağına çıkar?
ütopyalar içinde gezinen gece
yürürken çatlıyor karanlık en mahrem yerinden
dizimin dibinde topaç çeviren ölüler
kim inecek ilk durakta?
sesinizi yırtılan yerinden diktim yine
beyaz akrebe dokunmadan
ve çürümeden alfabe
bir dize çakacağım alnınıza
belki avuçlarınıza
bir yüz
hep eksik kalacak
fotoğraflarda
kapı aralığında bekleyen sevgili,
dudaklarındaki merhaba yatırdı kimsesizliğimi
kuyruksuz saniyelerle doldum kumsaldaki saate
zaman:
yalnızlığın ipucu
kuşların kanadını yoldular
mektupsuzum
buruştu kemiğim
acıdı akordeondan yapılma denizim
ne zaman uzatsam elimi
bir uçurum büyüyor sesimde
üşüyorum
kimseye anlatmadım
gecenin
içinde sıkıştığımı
kim koydu kelebeklerin yalnızlığını cebime
günbatımlarının doğduğu ürpertide
kırmızı şarabı paslandı ömrün
gölgeye çöken sisi kucaklarken
kaç karanlığı besler kararışım
durup dururken kapanmaz pencere
sana başladığım yerde
kendime bitiyorum
yakamoza koşarak yolunu bulan ay ışığı
suyun kilitli hali
neyi unutmalıyım
seni hatırlamak için?
ruhuna döktüğüm şiir kanadı durdu
örtemedim mavinin yarasını
yandı masallar
sensizlikten sıyırdığım bu toprak
bıçağın ışıltısına saplanacak
yokluğunu okşadıkça yitip gideceğim sınırlarımdan
olmayışına esir bir özgürlüğe erişeceğim
ve silecek zaman
hüzne kabuk bağlayan çıplaklığı
boşluğumun işlemelerinde
kanatlanıp kanatlanıp
düşeceğim
ansızın
duvar yüzlü bir pencereden
gölgesine tırmanan mor aynaya
kapısız kapandım
sıçradı yalnızlığım
denizi aradım
mavilere bağladım uçurtmamı
hadi inelim gökyüzünden..
burkulmuş saksıdaki evren
otobüssüz bekleyişlerim
külün peronunda
düzyazı ağladım
şiir aktım
gömecek hiçbir şeyim kalmadı
ayak izimden başka
iz,
gelecekten gelen
geçmiş
perdeyi örtmeden önce son kez
dilimin krampıyla
özür dilerim