Bulutlar ve rüzgarlar ve okyanuslardır
seçtiğim yazgı.
Her kimi alırsa deniz,
bir daha asla özgür olamaz.*
Hamburg kıyılarında bir çocuk, henüz dört yaşında, dikmiş gözlerini denize, düşünmekte;
Orada, Amerika hemen oracıkta.
Derken atıverir kendini kanalboyunda bağlı bir sandala. Çözer halatı, geçer küreklere; ver elini Amerlka! Çok geçmeden bir yandan akıntı, bir yandan diğer gemilerin dalgası,kalın kürekleri kavramaya çalışan minik elleri; her şey öyle büyüktür ki Onun için Feribotlardan birinin dalgasıyla alabora oluverir umut sandalı. Bağırışlar, haykırışlar Nereye gidiyorsun küçük dostum? diye sorar bir güleç yüzlü polis memuru, sevecen bir sesle. Boyunu kat be kat aşmaktadır çocuğun yanıtı;Amerikaya! Sonrası polis karakolu, çılgına dönmüş bir anne, öğütler
22 Ağustos 1954. Çocuk artık 61 yaşındadır. Balsa salının ortasında yer alan bambu kulübenin duvarına asılı takvime göre tam iki aydır Pasifikin koynundadır. Galapagos adaları ile Markiz adaların tam ortasında, en yakın kara parçasına binlerce mil uzaktadır. İki yoldaşı Eeki ve Meeki ile birlikte sihirli halısı, The Seven Little Sistersın kucağında ve SUSUZ!
Yanlış okumadınız, susuz. Salın ana kütükleri ve bambu döşemesi arasında yerleştirilmiş 24 teneke (120 galon) su artık yoktur. Geride sadece 3 teneke (15 galon) su kalmıştır. Çünkü deniz suyu tenekeleri çürütmüş ve içlerindeki suyun ya tamamen boşalmasına ya da kısmen tuzlu suyla dolmasına neden olmuştur. Önünde dönüşü olmayan yaklaşık iki aylık bir yolculuk, salda 3 teneke su vardır sadece.
Pasifike doğru, tek başına!
William Willisin 4 yaşında kesintiye uğrayan deniz serüveni, 15 yaşında Henriette adlı yük gemisinde çalışmaya başladığında Kuzey Atlantikte son nefesini verene dek neredeyse kesintisiz olarak sürecektir. Sonraki yılları defalarca Horn Burnunu dolaşarak, Amerika-Avrupa arasında gidip gelerek geçecektir.
Bu yolculuklardan birinde, 1951 yılında S. S. Charleston gemisiyle Norfolk-Newyork arasında çalışırken takılır aklına; bir salla tek başına Pasifik yolculuğu. Bir adamın gücünün ve dayanıklılığının sınırlarını deneyebileceği benzersiz bir yolculuk. Gerçekte doğumundan itibaren doğayla arasındaki güçlü, sarsılmaz bağa güvenmektedir en çok. Bir o kadar da denizde geçen uzun yıllara. Fakat belki de en önemli özelliği bunların ötesinde, hiçbir koşul altında umudunu yitirmemesidir.
Yakın zamanda bir operasyon geçiren Teddy iyileşmeye başlayana kadar açamaz düşüncelerini bir türlü. En sonunda karşısına geçip tek başına bir salla okyanusa açılacağını söyleyecektir biricik karısına. Önceleri kabul etmek istemese de Onun denizle olan ilişkisini bilen Teddy yelkenleri suya indirecek ve en önemli destekçisi olacaktır.
Thor Heyerdahl gibi Williste soluğu Ekvatorda alır.
Hayallerine ulaşmak için artık tek ihtiyacı uygun boyutlarda 7 düzgün balsa kütüktür. Kafandaki sal için 1 metre çapında yedi ana kütüğe ihtiyacı vardır. Ekvator ormanlarında üç ayı aşkın arayışın ardından Onu hayallerine taşıyacak kütükleri bulur.
22 Haziran 1954. The Seven Little Sisters yola çıkmak üzere. Ortada Teddy ve yanında altı kızkardeşinden oluşan yedi balsa kütüğü, The Seven Little Sisters. Ya da Atlasın yedi kızkardeşi gökyüzündeki, Pleiades takımyıldızı. Küçük salın üzerinde William Willis, Eeki ve Meeki.
The Seven Little Sisters
Yola çıkmadan önce Teddy bir tek konuda söz vermesini ister Willisten; Yolculuğun son noktası Samoa olsun, lütfen Avustralyaya kadar gitmeye kalkma! Willis söz verir ve ekler; Altı ay ver bana, haber alamasan da endişelenme.
23 Haziran sabahı San Martin römorkörü düşler limanı Callaonun 60 mil batısında halatı çözdüğünde artık küçük sal ve mürettebatı Humbolt akıntısındadır. San Martin geri dönerken Willisin insanlığa dair son imgelemi de ufukta erimektedir.
Daha yolculuğun ilk günlerinden itibaren tek başına olmanın zorlukları ve öngörülemeyen aksaklıklar bir biri ardına gelmeye başlar. Ocak çalışmamaktadır ve sıcak yemek ya da pişmiş balık yeme ihtimali daha ilk birkaç günde uçup gider. Okyanusun ortasında, tek başına bir salın ortasında ne yapar ki insan? İşte bu sorunun yanıtı belki de en ilginci; sürekli tetikte, uykusuz yaşar. Günler ilerledikçe küçük şekerlemeler dışında uyuyacak vakit yoktur. Heyedahlin Kon Tikisinde olduğu gibi boş zamanlarda eğlenmek, araştırma yapmak, dinlenmek gibi lüksleri yoktur Willisin.
Küçücük bir salın üzerinde her gün yeni bir takım sorunlar, bir ton yeni angarya ile gelmektedir. Her an gözü pusuladadır. Pusula adeta gölgesi gibidir. Salın üzerinde her ne yapsa, her nereye gitse sürekli yanı başındadır.
Sıcak yemek yoktur ama yerlilerin incecik bedenleri ile inanılmaz işler yapmalarını sağladığına inandıkları Machicası vardır. Su, rafine edilmemiş şeker ve arpa unu karışımı zor koşullarda yaşayan yerliler gibi Ona da ihtiyacı olan tüm gücü ve enerjiyi vermektedir.
Uçsuz bucaksız Pasifikte belki de en kötüsü başına geldiğinde, yani susuz kaldığında dahi bir anlık kızgınlıktan sonra tazelenir inancı, başaracaktır. Willis ve bir çok denizci bilir ki belli bir miktar deniz suyu ile hayatta kalmak mümkündür. Salın kenarında diz çöker, kupasını suya daldırır ve ilk bardağını yudumlar; Senin içinde sadece güç ve iyilik var. Bana hayat veriyorsun. Seni bedenime alıyorum.
Mavi sırtlı, bıçkın bir köpekbalığıdır Long Tom. Galapagosun güneybatısında ilerlerken eklenir küçük salın mürettebatına. Binlerce mil boyunca ne olduğuna anlam veremediği küçük salın hemen arkasında, hep aynı yerdedir. Willis bir anlaşma yapar onunla; ona atacağı dolfin kafaları dışında salın üzerinden hiçbir şey almayacaktır Long Tom, özellikle de kendisini
Heyedahlin aksine balıklardan yana çok da bereketli geçmemektedir yolculuk. Dolfin beklerken bir köpekbalığı takılır oltaya. Salın üzerinde iğneyi çıkartmaya çalışırken denizde buluverir kendini. İlk aklına gelen Long Tomun nerede olduğudur. Dost mudur, düşman mı? Köpekbalığından ne denli dost olabilir ki? Küçük salla arasında, daha doğrusu varoluşla arasında bir misina uzanmaktadır sadece. Yavaş yavaş, santim santim yaklaşır istikrarla ilerleyen sala. Neyse ki o gün ortalıkta yoktur Long Tom.
Direkten düşer bir gün. 9 Eylül günü yaşanmamıştır Onun hayatında. The Seven Little Sistersın kucağında baygın geçen bir günün ardından kaldığı yerden devam eder yolculuğa. Derken bir gün tuhaf hastalığı belirir. Yıllar önce, 1938 yılında, masum bir mahkumu kurtarmak üzere gittiği Fransız Guyanasının Devil adasından dönerken ilk kez yakalandığı tuhaf hastalık. 24 saati aşkın bir süre devam eden nöbet yüzünden S.O.S. işareti bire gönderir.
Sonraki gün kendine geldiğinde halsizdir, enerjisi tükenmektedir. Ama daha önemlisi, yardım çağrısını iptal etmesi gerekmektedir. Herşey yolunda mesajı da önceki İmdat çağrısı gibi hiç kimselere ulaşmayacaktır.
Markiz adaları civarında en sonunda yağmur yağar, tüm kaplar tatlı suyla doldurulur. Bu arada Long Tom artık kendi yoluna gitmeye karar vermiştir.
Eylül fırtınaların en şiddetlisiyle gelir. Yedi kızkardeş bu fırtınayı da atlatır ama ana yelken neredeyse harap olmuştur. Sonraki günler mizanadaki minik yelken ve jible ağır ağır ilerlerken güvertede yırtılan yelkene ilmik üzerine ilmik atmakla geçer. Yelkenin tamiri bittiğinde boralar ülkesine girer.
Bir gece fırtınada kadim düşmanlar Eeki ve Meeki arasındaki hesaplaşma mürettebatın eksilmesi ile sonuçlanır. Meeki, yeşil papağan Eekiye saldırır ve fena halde yaralar. Kendinden geçmiş halde köşesine çekilen Eeki ertesi gün ortadan kaybolur.
15 Ekim 1954. Manuatelenin güvertesinden seslenir kaptan; İnsanoğlunu tekrar görmek nasıl bir şey? Oysaki son günleri hüzün içinde geçmektedir Willisin. Yolculuk bitecek ve tekrar insanların, trafiğin, anlamsızlıkların dünyasına dönecektir. Bugün Callaonun düşler limanından çıkalı 115 gün ve 6700 mil olmuştur. Ama Onun aklı hala okyanustadır. Neden Avustralyaya kadar gitmiyordur?
İki gün sonra Polinezya geleneklerine göre bir araya yeni bir ad verilir kendisine; Tautai O Le Vasa Laolao, Dalgalı Denizlerin Kaptanı.
Willis, Meeki ile evin yolunu tutarken sihirli halısı The Seven Little Sisters gelecek kuşaklar için sergilenmek üzere Samoada kalır. Oysa yıllar sonra tekrar yolu Samoaya düştüğünde yerliler tarafından parça parça sökülüp yakılan küçük saldan iz bile kalmayacaktır.
Age Unlimited
San Franciscoda Deniz kenarında uzun yürüyüşler, yazılar, sıradan gündelik uğraşlarla geçer sonraki yıllar. Ta ki bir gün deniz kenarında oturup ufka dalmışken okyanusun kucağında tek başına geçen günleri anana kadar. Birden eski günlerin heyecanı geri döner. Bu kez Avustralyaya gitmek istiyorum der Teddye. Teddy artık yetmişine dayanmış bir adam olduğunu hatırlatmak isterse de tek yapabildiği bir doktora görünmesini sağlayabilmek olur ancak. Neredeyse bir delikanlı performansındadır yetmişlik ihtiyar. Yine Hazırlıklar başlar. Yılın bu mevsiminde balsa kütük bulmak ve taşımak neredeyse imkansızdır. Oysa hemen sahilin sonunda bir tersanede aradığı balsa kütüklerini bulur; metal borular.
Bu kez üç duba üzerinde yüzecek olan düş salını metal konstrüksiyon olarak tasarlar. Önceki deneyimlerle kısa sürede inşa edilen sal gemiyle Peruya gelir ve suya indirilir. Ufak tefek ilavelerle Callao limanından bir kez daha ayrılmak üzere hazırdır Willis.
4 Temmuz 1963. El Viejo del Mar, Deniz İhtiyarı 11.000 mil sürecek yolculuğa çıkmak üzeredir. Bir ritüel tekrarlanmaktadır Callao limanında; Age Unlimited ağır ağır Humbolt akıntısına doğru çekilir. Rios halatı çözüp de özgür bıraktığında Age Unlimited uzun ve destansı yolculuğuna başlamaktadır.
Daha onuncu gün ilk ama yolculuğu kökten sarsacak bir aksilik olur; artık Age Unlimited dümensiz ilerlemek zorundadır. Samoa adalarından Apiada bir mercan resifini hasbel kader aşana kadar binlerce mil yolu dümensiz olarak aşacaktır Deniz İhtiyarı.
Dümen kadar önemli bir diğer sorun ise işleri çıkmaza sokan bir ölümcül fıtık sorunudur. Öyle ki Samoada karaya çıktığında göründüğü doktorun söylediğine göre ameliyat olmazsa ölecektir. 11 Kasımda, yaklaşık dört buçuk ay sonra vardığı Samoadan New Yorka dönmüş olsa da ameliyatı ve sonrasındaki zaman kaybını göze alamayarak tekrar Samoaya döner, yol hazırlıklarına başlar. Dümen onarılır, dubalar elden geçirilir tüm hazırlıklar tamamlandığında takvimler 27 Kasım 1964ü göstermektedir.
Age Unlimited tekrar yoldadır. Ne fırtınalar, ne boralar hiçbir şey onu yolundan alıkoyamayacaktır.
9 Eylül 1964te Avustralyanın doğusunda, Tully nehri yakınları Gri sakallı bir deniz adamı, sakalı neredeyse göğsünde, sahilde yakaladığı bir çifte şöyle diyecektir:
Ben New Yorklu William Willis.
11.000 mil, 204 gün geride kalmıştır. Deniz İhtiyarı bu kez de çıktığı ruhani yolculuğu tamamlamayı başararak insanın doğayla ilişkisine dair hafızalardan silinmeyecek bir destan yaratmıştır.
Little One
2 Mayıs 1968de Montauk Point, Long Island kıyılarından bırakır kendini denizlere. Teknesi Little One için tekne demek bile zordur aslında. Gerçekten küçük, küçücüktür. Yetmişbirinci yaş gününü Little One ile Kuzey Atlantiği geçerken kutlamayı planlamaktadır Willis.
Oysa 24 Eylül 1968de bir Litvanya teknesinin mürettebatı Little Oneı Atlantik okyanusunda tek başına bulacaktır. Willisten geriye son kayıt tarihi 21 Temmuz 1968 olan bir seyir defteri kalacaktır sadece
Tautai O Le Vasa Laolao
Deniz ve insanın ilişkisinin destanı iki günce bırakır arkasında Willis. Sayısız şiir, denize dair. Belki de en önemlisi, kendi deyimiyle insanoğlunun sınırlarını keşfetmeye çıktığı yolculukta aynı Heyerdahl gibi sınırların olmadığını haykırır. Yeteri kadar istek ve inançla yapılmayacak şey yoktur.
Tautai O Le Vasa Laolao, El Viejo del Mar, The Thoreau of the Seas Ona takılan isimlerden bir kaçı. Ve bir de mektup bıraktı ardında, 1965 yılında düşler limanı Callaodan yola çıkmaya hazırlanan Carlos Caraveda Arcaya, Salların altınçağında Pasifike açılan bir diğer gözüpek serüvenciye.
Diğer serüvencilerden iki önemli farkı vardı ilk bakışta; yaşlıydı ve tek başınaydı. Ama belki de en önemlisi hangi koşul altında olursa olsun denize ve kendine dair sarsılmayan inancı.
SAYGIYLA!
Hakan Tiryaki
Naviga Mart 2010
Kaynakça:
Willis, William (1966). Whom the Sea Has Taken. New York: Meredith Press.
Willis, William (1955). The Epic Voyage of the Seven Little Sisters: A 6700 Mile Voyage Alone Across the Pacific. London: Hutchinson.
*Orijinal metin:
Clouds and winds and oceans
I chose my fate to be...
Whom the sea has taken
Never shall be free.