çürümüş sularda mı ıslanmıştık
eğri mi yağıyordu kentlere yağmur
kavuşmuyordu kirpiklerimiz
geceler boyu baktığımız camlarda
buğulanırdı sabahlara kadar gözlerimiz
isyandım oysa ben
eşkiya diyordu birileri
yıkıcı şaki
korkup gözlerimin ışığından
ne yol kesmiştim oysa
ne de incitmiştim karıncayı
sözcükleri tutuşturuyordum ha bire
yakarak içimin ormanlarını
ateş içiyor, bozkır oluyordum
kurt ulumalarına karışıyordu baykuş sesleri
bense gündoğularını bekliyordum sancılı şafaklara
ülkem ağlıyordu
yitirilmiş evlatların kayıp mezar taşlarında
terörist diyorlardı çocuklarına halkımın
kaşla göz arasında kaybederek
kirlenmiş yüzlerine arsız bir inkar
ve katil sevinçler asarak
günler hep Cumartesiydi
vaktimiz de olmadı
ne mateme, ne de güncesini tutmaya
ülkem ağlıyordu
bayram yerlerinde bir uğultulu ağıt
sahipsiz çığlıklar kanarken
eşkiya diyorlardı onlar
kına yakarak bir yerlerine
at izi bir yanda, it izi bir yanda
yağmalayarak düşlerimizi
gömülüyorlardı yosmaların etine
bilmiyordu hiçbiri...
ölüm yargılayacaktı celladını
yanlış haritalarda
doğru dağlara bozlak düşecekti
ve başlayacaktı tarihin sorgusu
çekip kısa çöp ile uzun çöpü ortaya
kırılacaktı ölüm fermanı yazan eller
kırılacaktı kalem
“yarin yanağından gayrı”
her heşyi bölüşene dek alem...