Yazmaya Dair

Yazmak en basit anlamda insanın ak kağıtlara içini dökmesi midir? Ya da kendi kendiyle yeptığı iç-konuşmalar mıdır? Belki de bir tür ‘iç-temizliği’dir yazmak. “Yazmasam çıldıracaktım,” demiş modern öykücülüğümüzün öncülerinden Sait Faik. Yazdı ve çok sevdiği denizi, martıları, adaları bırakarak genç yaşta çekip gitti aramızdan!

yazı resimYZ

Yazmak en basit anlamda insanın ak kağıtlara içini dökmesi midir? Ya da kendi kendiyle yeptığı iç-konuşmalar mıdır? Belki de bir tür ‘iç-temizliği’dir yazmak. “Yazmasam çıldıracaktım,” demiş modern öykücülüğümüzün öncülerinden Sait Faik. Yazdı ve çok sevdiği denizi, martıları, adaları bırakarak genç yaşta çekip gitti aramızdan!

Demek ki, yazmak ölüme çare değil, ama hiç olamazsa biz gittikten sonra adımızın anılmasının yani öldükten sonra yaşayabilmenin bir yolu! Hem bizim toplumda insanın değeri çekip gittikten sonra daha iyi anlaşılmıyor mu? Yazdığı için sürüm sürün süründürülen, hapislerde atılan, sürgünlerde yurt hasreti çeke çeke ölen ne çok yazarımız var! İşte koca Nâzım Hikmet, işte Fakir Hoca işte Sabahattin Ali...Onların şiirleri, öyküleri ders kitaplarına giriyor, adları meydanlara, parklara soklara veriliyor şimdi!

Yazmak, özellikle edebi anlamda yazamak, dıştan bakılınca sıradan bir “eylem” ya da “iş” gibi gözükse de, yazan insanı değişitiren yeniden biçimlendiren hatta “yücelten” bir süreç. Bu süreç yazmak bir tutkuya dönüştüğünde, ciddiye alındığında daha bir belirginleşiyor. Yazan insanın dünyaya, hayata ve diğer insanlara bakışı değişiyor. Daha duyarlı daha düşünceli daha duygusal bir hale geliyor. Yani daha bir “insan”laşıyor. Biz de dünyaya “insan” olmak için gelmedik mi? Ne mutlu dünya edebiyatına adını yazdırmış, insanlaşma serüvenine iz bırakmış, kilometre taşları dikmiş yazarlara...

© Mevlüt Âsar

Başa Dön