Hayatının herhangi döneminde eline kalemi alıp hislerini kağıda dökmeyene az rastlanır. Masum çocukluk, toy ergenlik, gençlik ve erişkinlik çağlarında insan çiziktirir, yazar. Uyaklı uyaksız dörtlükler, sevgiliye mektuplar, günlükte uzun uzun iç dökmeler hatta duvar yazılarında itiraflar, her biri insanın kendini ifade şekli. Oysa yazmak kolay değil. Çalakalem ya da düşüncelerin sağlam rehberliğinde de olsa yazmak başka bir şey. Başdöndürücü, akla zarar bir delilik hali. Edebiyat, gerçek ve kurgunun buluşması. Tam burada insanoğlu yazdıklarının iyileştirici mi yokedici mi olmasını belirleyecek gücü keşfeder. İnsan, iyi olabildiği kadar kötü bir canlı.
Zordur yazmak, kolay olan akıl ve mantık devre dışı bırakılarak dile gelenleri yazıya dökmek. Bir amaç uğuruna edebiyat yapılmış olur oysa yazı hür olmalı, bağımsız, kişiye dair ve de evrensel. Yazı saf, kirlenmemiş, alıntısızken okuyan tarafından yazılmışçasına olmalı. Yazmak, küçümsenen lakin zor iş.
Bir yazı yazarsın, hayaller ukdeler diye, pişmanlık diye okunur. Bir başka yazıda bir bakmışsın ki kurgulanmış hikayenin içine yerleştirilmiş yargılanmışsın. İsyanını haykırıp damgalanırken Sus diye üstüne çöker karabasanlar, içine kapanırsın. Cümleler, paragraf paragraf birikir. Parmaklarının ucundaki hikayelerle sessizliğe sığınırsın. Cesaretin önyargılara yenilir, yazmaz olursun. Kelimeler beyninde uğultu oluverir, duymak istemezsin. Görmezden gelip yazmazsın. Oysa gönlünde yer edindiyse, nereye kadar kaçabilirsin? Yüreğine dokunan bir fotoğrafa baktığında , dinlediğin ezgi içini titrettiğinde, çaresizlikle göz göze geldiğinde sayfalarca dökülürsün. Yazmak böyle bir şey.
Yazmak, heceleri biriktirmek olur. Kelimeletin anlamını açıp göstermek.
Derine gömülmüş hazineyi kazıp çıkarmak, sergilemek gibi.
Yazmak bambaşka bir eylem.
eylül