Yaşam Bir Tiyatro

Neden yaşamla birebir ilişkisi vardır tiyatronun? Çünkü o, yaşamın içinden damıtır oyunlarını. Ve yaşamın kendisi bir tiyatrodur aslında.Bebeklikte başlar oyunculuk. Her ağlayışında kendisini anne veya babasının koynunda bulan bebek, ilk oyununu sergiler.Hiçbir fiziksel sorunu olmasa bile ağlaması oyunun ilk sahnesidir. Evet o sahneler, sahnelere eklenir ve en saf, en temiz ilk oyun tamamlanır: “çocukluk yıllarım”. Bu oyun belki de bizim kendi yazdığımız ve oynadığımız ilk ve son oyundur.

yazı resim

Neden yaşamla birebir ilişkisi vardır tiyatronun? Çünkü o, yaşamın içinden damıtır oyunlarını. Ve yaşamın kendisi bir tiyatrodur aslında.Bebeklikte başlar oyunculuk. Her ağlayışında kendisini anne veya babasının koynunda bulan bebek, ilk oyununu sergiler.Hiçbir fiziksel sorunu olmasa bile ağlaması oyunun ilk sahnesidir. Evet o sahneler, sahnelere eklenir ve en saf, en temiz ilk oyun tamamlanır: “çocukluk yıllarım”. Bu oyun belki de bizim kendi yazdığımız ve oynadığımız ilk ve son oyundur.

Daha sonraki oyunları kendi yazabilen, rolünü kendi seçebilen o kadar az insan vardır ki. Onlar bunun farkına bile varmazlar...Bu oyunun en önemli hatta belki de yegane kuralı en az bir olmak üzere seyirci olmasıdır. Seyircisiz tiyatro olmaz, ve seyirci olduğu sürece oyuncu herzaman vardır. Bu oyuncu eştir, evlattır, anadır, babadır. Ya da bizzat seyircinin ta kendisidir... Seyirci bulduğu sürece, insan oyununu oynamaktan, onun alkışlarıyla mest olmaktan kendisini alamaz. Çünkü insan ruhunun alkışlara, okşanmalara ihtiyacı vardır. İşte bu yüzden belki de biz, kendi seçtiğimiz rolü değil başkalarının bize verdiği, uygun bulduğu rolleri oynadığımızın farkına bile varamayız. Farkına vardığımızda da, iş işten geçmis olabilir...

Elbette bunun istisnaları da vardır. ‘oyununun kurallarını kendileri koyanlar’. Zorlu bir yoldur kendilerine çizdikleri. Bu yolda direnemiyen , tökezliyen , cayanlar,bıkanlar çabuk terkederler sahneyi, ya da suyuna gitmeyi yeğlerler seyircilerinin. Evet, aslolan kendi hayatını ve kendi seçtiği rolü tutkuyla, aşkla ve inançla oynamaktır. Yaşam size aşk’ı sunduğunda Mecnun gibi çöllere düşmekten Kerem gibi dağları delmekten hiç çekinmemeniz gerekir. Tereddüt ederseniz, o rolü hayat bir başkasına verecek, size de oyunda figüranlık ya da sahne dışından seyretmek düşecektir. Rolünüzü oynarken de kendinizden şüphe ettiğiniz, özgüveninizi yitirdiğiniz anlar olacaktır belki. Ama hiç ummadığınız bir anda , salonun bomboş olduğunu zannettiğinizde önce bir alkış, sonra ikincisi, daha sonra dolup taşan bir salon dolusu insanın alkışıyla şaşkına dönebilirsiniz. Bu çınlıyan alkış sesleri sizi onaylayan, teşvik eden, iç sesiniz de olabilir. Her iki durumda doğru yoldasınız demektir...........

İşte o alkışlardır bizden geriye, hoş bir seda olarak kalacak olan. Siz siz olun seçtiğiniz rolü en iyi şekilde oynamaya çalışın. Çünkü hayatımızın rolünü oynama şansı bize genellikle bir kere verilir. O rolü en otantik ve en içten oynayanlar hep en çok alkışı toplayanlar, ismini afişlere büyük harflerle yazdıranlardır. Ve en güzeli de, son sahnenin perdesi kapadığında “ iyi ki yaşadım” diyebilmesidir insanın!

Dilek & Mevlüt Asar

Başa Dön