bulduğumda seni
yalnızdın
betonlaşmış yürekler arasında sıkışıp kalmış ruhun
önünde uzanan yol şeytanın ışığında
sonu intihar
bir bıraksam hazırdı gitmeye
paçalarından yakaladığım gölgen
ölüme ıslık çalarken baykuşların yırtıcı çığlığı
hayattan s/es arıyordu ölüsü dirisi bir düşlerin
hiçbir ışık kapatmıyor karanlığı
korkuyordun
içinin karanlığı
dışının karanlığı
yalnızlığın karanlığı bulaşmış birbirine
karanlık ki yalnızlığın günahkar peygamberi
karanlık bir virüs gibi dolaştıkça hücrelerinde
düştükçe d/üşüyordu tutsak kelimelerin dilinin ucundan aşağı;
bazen ölüm bile çare değil unutulmaya
ve nerede unutursan unut kaybedilmiyor yalnızlık
hızlandırılmış bir sevişme sahnesiydik biz seninle
tensel çelişkilerinin mahrem yerlerini
sterilize yalanlarla örtüyordu
hoyrat dokunuşlarım
Tanrı sanıyordun beni içimdeyken
Tanrı çıplaksa melekler fahişedir
bıraktığımda seni
yalnızdın
betonlaşmış yürekler arasında sıkışıp kalmış ruhun
önünde uzanan yola saçılmış doğmamış çocukların
meze oluyordu aç bir sokak kedisine
koynunda yalanlar beslerken
ütopik yalanlarla örüyordun
Tanrı'nın çıplaklığını;
ki unutmak unutulmaktan doğuyor
Hey Tanrı! Senin Tanrı'n kim? Yoksa... Sen de mi unutuldun?
unutulmuş bir sevişme sahnesiydik biz seninle
sevişir gibi yaparken yalnızdık
Dilek Akın
Forum Edebiyat Dergisi / Sayı 5