Çocukken hatırlarım ipini çevirip beceremezdim, ipini çekip, yere attığımda dönmezdi hiç... Önce popo üstü düşer, ardından yuvarlanır benden uzak bir köşeye doğru yol alırken, sanki birşey düşünmüşte birden hatırlamış gibi kararlıca dururdu. Bu yüzden "topaç" deyince çocukluğun güzelliğini (dertsiz, tasasızlığını) ve başarısızlığın verdiği hüznü birlikte anımsadığımdan, damağımda ekşimsi bir tatlılık duyumsarım. Vişne reçeli gibi...
Oysa topacı hep çok sevmişimdir. Diğer çocuklar -genellikle erkekler- çevirdikleri zaman heyecan ve istekle onları izlerdim. Sonunda bende bir topaca kavuşmuştum. Önce ipini sarmayı öğrendim. Çünkü bu iş bile okadar kolay değildi. Düzenli, sıralı ve birbirinin üstüne çıkmadan kalından inceye vücuduna sarmalısınız (topacın) ipini. İp bir sevgili gibi vücudu sarmaladığında ilk iş tamamdır. Sıra onu hızla yere fırlatmaya gelmiştir. Ama her denememde başarısızlığa uğrayınca, korkarak atmaya başladım. Bilirsiniz korkunun olduğu yerden, başarı alır başını gider başka diyarlara. Korkuyordum çünkü her yere düşüşünde ona birşey olacak diye ödüm kopuyordu. Ona acı çektirdiğimi düşünürdüm. Diğer çocukların topacı zevkle kıvrıla kıvrıla dönerken, benimki yere hızla çarpıp yuvarlanıyor, (sanki) benden kaçıyordu! Haksızlıktı bu. Ona dönme zevkini tattıramadıktan sonra neye yarardıki topaç olmak? Onu yerden alıp bir öpücük kondurup, odamın en güzel yerine koyduğumu hatırlıyorum son yere çakılışında...
Hala odamın en güzel yerinde çevrilmeyi bekler durur. Çocuklara daha çok yakıştığındanmıdır, büyük dediğimiz insanların çocukluklarını çoktan kaybettiğindenmidir, elime almadım hiç. Orada (bence) küçük bir elin dokunuşlarını bekler durur...