Simya

Bir gün derin uykudan uyanıverirsin, etrafına şöyle bir bakınırsın. Ezberin bozulmuştur, hiçbir şeyin o güne kadar bildiğin gibi olmadığını görürsün. Bir pencere açılır ufkunda, bambaşka, herşey bambaşka... Karşı evin çatısında soluklanan martılara takılır gözlerin, sılanın kokusu buram buram doldurur göğüsünü. Nerede o hasret durağı, düşünmek istersin, bir tek hece bile geçmez aklından. Ellerin sırılsıklam iz bırakır pencerede, bir bakmışsın nefesinin buğusunda kelimeler yazılır. Kıpır kıpır yüreğin... Hayat, bir önceki durak gibi geçip kalır dönülmez bir yerde. Hayat, belki hemen yanında, peşinde, başucunda, lakin dokunulmazsın.

yazı resim

]

Bazen tıkanır kalırsın şu hayatta, kilitlenmiş gibi, hep aynı değirmenin içinde döner durursun. Kıpırdayamazsın, bir adım öteye gidemezsin, bunu ne kadar çok istediğin
hiç önemli değil. Sabah uyanır, akşam uyursun. Ya da bütün gece uyku girmez gözüne, gündüz ise depresif uyuklamalarına bedenini bırakırsın. Herşey sıradan
görünür sana, basit ve değersiz. Öte yandan, belki herşey senin istediğin gibidir. Belki mutlu olmak için sadece gerçekten görebilmen gerekir, oysa sen bütün
bunların farkında değilsin... Kendinden bir karış bile öteye gidebilsen, hadi birazcık da silkinsen, belki başarırsın. Ne kadar çok sen var bu gezegende görebilirsin. Ne
kadar çok hikaye var, ne kadar çok sır var, ne kadar çok ışık ve karanlık...
Hani bazen sorarsın ya kendine: yok mu bana hayatı anlatacak birileri? Hani birikmiş sorularına cevaplar ararsın-internette, kitaplarda, şarkılarda, filmlerde... Bir
defter olmalı dersin kendine, tüm düğümleri çözecek reçeteler yazılıdır orada. Birisi olmalı, bir şey olmalı sana rehberlik edecek, diye kıvranır durursun. Bir de
çözmüşsündür yaşamayı, öğrenmişsin, biliyorsun. Bu sebeple ya bu sıradanlık, bu basitlik... Şimdi, içindeki eksiklikle, tat alamadığın günlerinde boğulurken bir çözüm onun için de olmalı diye aranır durursun. Ne uzaklara gitmek olur ilacın, ne de yüreğini duymazdan gelmek. Kilit altında, kırpılmış hayallerinle ufalanır durursun bu yaşlı değirmende. Boyun büküp, sensizliğinle hayata katılırsın... İçin kanamalı bir hastanın bitkinliği ile, acılar içindeyken, yüzünü dışa dönersin. Unutursun, benliğini alacakaranlıkta bıraktığını unutursun, yok olur umutların. Un ufak oluverir masumiyetin, cam kırıkları saplanır ruhuna, kapanırsın. Birden öylece kalakalırsın, ışıksız bıraktığın bir deniz çalkalanır içinde...
Masum düşlerin kalır geriye, onlara dokunamaz hayatın eli. Uyandığında hatırlayamazsan bile onları, hissedersin. Bir şeyler var, dersin, aklımın bir yerinde takılıp kalmış, dlimin ucuna gelmeden kaybolmuş bir şeyler var. Ateşin yakınında oturup alevlerin dansını izlerken birden hatırlarsın o bir şeyleri... Satın alınmamış sevgilerin
sana dokunduğunda, senin olmayan şevkatlerle sarsıldığında, sebepsiz gülümsediğinde hatırlarsın düşlerindeki unuttuğun Sen'i... Hatırlarsın yüreğinin sıcaklığını, hislerinin acıtan hazzı, boğazında düğümlenen duyguları, ruhun ile göz göze gelip hatırlarsın burada bulunmanın sebebini.
Ne başarılı, ne zengin, ne güçlü, ne tek, ne benzersiz, ne rakipsiz, ne muhteşem, ne katil, ne kurban, ne tutsak, ne de hükümdar olmak için gelmediğini birden anlarsın.
Anlarsın ve altında ezildiğin hayat tuzla buz olur karşında. Reçeteler, kitaplar, yol gösterenler, öğretenler anlam değiştirir. Yaşamayı öğrendiğini idrak edersin, asla
Hayat'ı değil!.. İşte kırılma noktasını buldun, başardın, haykırırsın, duymasa da hiç kimse seni. Hayatı çözmeden, kendini kaybetmeden, her nefeste kendinden yeni
bir parça daha bulup her nefeste başka bir Sen ile tanışırsın. Sihirli bir karışım içermişçesine yudumlarsın her an'ını, her renge, her sese tek tek dokunarak.
Bir bakmışsın, dinlediğin şarkının tınısında bir "hayat" değil, bir duygudur başını döndüren. Ve bunların olması için denediğin her yolun sana ait olmadığını anladığında,
işte o vakit farkına varmışsındır, kendinin... Tüm bilmecelerin sen ile çözüldüğünün anlamışsındır...

eylül

Başa Dön