Efendim bendeniz hala bir felsefe öğrencisiyim. Bu alanda okumalarımı da kendimi geliştirmek ve doğru olanı tercih etmemde bana ışık tutması için yapıyorum. Bu nedenle Felsefe bölümünü bitirmeyi hiç düşünmedim. Zira kendimi öğrenci görmek ve hissetmek daha özgür düşünmemi ve daha özgür ifade etmemi sağlıyor.
Her ne ise,
Bu mini girişi benim gibi hem basın yayım organında çalışan hem de edebiyat ve felsefeye ilgi duyan whatsapp gurubumuzda yaşanan tatsız bir tartışma sonrası gruptan kendi isteğimle neden ayrıldığımı bilvesile paylaşmak için yaptım.
Aziz meslektaşım ve yılların gazetecisi Özdemir Bey, lütfedip ismimi de anarak benimle tartışmak istemediğini bildirip, tartışmanın edebiyat dergilerinde işin ehli insanlar tarafından yapılmasını daha uygun gördüğü için şu meşhur tartışma konusu olan Sekülerleşmeyi kendi bloğumda ve dijital platformlarda daha geniş bir şekilde ele almam gerektiğine inandım.
Onlara kalırsa işin ehli olanlar mekteplilerdir. Oysa ben hayatım boyunca işin profesyonellerinden hep tiksinti duydum. Örneğin istenilmesine, dünya görüşümü, hayat felsefemi, yaşam biçimimi yansıtmış olmasına rağmen hiçbir profesyonel dergiye yazı göndermedim. Bir yayıncı olarak ilim, bilim, edebiyat ve felsefe alanında kendi yayınevimde genç yazarların kitaplarını bir kuruş beklenti içinde olmadan bastırarak onların sesi soluğu olmaya çalıştım. Bunun nedenini birçok samimi dostum, arkadaşım, kardeşim az-çok bilir ki bana göre; profesyonel insanlar işin orospusu olduğu için onlara ne laf anlatabilirsiniz, ne de fikirlerinizi kabul ettirebilirsiniz. Bu durumu binlerce kez yaşadığım için; amatör ruhlar ile, amatör mecralarda bir arada olmaktan daha çok keyif ve zevk aldım. Amatör ruhlu insanlar sizi dinler ve hakikati yani doğruyu bulmakta gayret sarf ederler, profesyonel olduğunu düşününler ise ipe un sererler İşte profesyonellerin vaat ettiği dağ sarayında olmaktansa amatörlerin dağ kulübesinde bir arada olmayı her zaman daha samimi buldum ve onlarla bir arada olmayı tercih ettim.
Her neyse
Ben dersimize, dinleyen olsun olmasın, devam edelim diyorum.
Bugünkü dersimiz: Sekülerleşme.
Önce bana fevkalâde ilginç gelen bir terminoloji meselesine değineyim: Merhum Prof. Niyazi Berkes, İngilizce yazdığı Secularism in Turkey başlıklı kitabını Türkçeye Türkiyede Çağdaşlık diye çevirmiştir.
Secularism, çağdaşlık mıdır? Yoksa çağdaşlığın ya da Modernliğin işaretlerinden sadece biri mi?
Çevirinin ideolojik oluşunun somut bir örneği!
Sekülerleşme, başlangıçta, biraz da Aydınlanmanın etkisiyle olmalı, Moderniteyle birlikte Dinin, Daniel Bellin deyişiyle, politik alandan geri çekilmesi anlamına gelmiştir.
Bell hazretleri bu durumu şöyle özetler:
İlk kullanım zamanlarında sekülerleşme dinin politik hayattan çekilmesi anlamını taşımaktaydı ki, bu da din ve devlet işlerinin ayrılması demekti.
Yani hazret kısaca diyor ki: sekülerleşme kavramı, dinin kamusal alan üzerindeki kurumsal otoritesinin daralması anlamına geliyor diyor
Görülüyor ki: Sekülerleşmenin her şeyden önce kamusal alan kavramıyla birebir bir ilişkisi vardır ve bu sekülerleşmenin, kamusal alan kavramına başvurulmadan tanımlanamayacağı anlamına gelir.
Pek iyi de, kamusal alanın tanımı nedir?
Kamusal alan, Devletin alanı mıdır? Yoksa sivil toplumun alanı mı?
Whatsaap gurubunda da anlatmaya çalıştım ama bazı eşekler anlamadığı için buraya tekrar yazmamın bir sakıncası olamaz herhalde.
Bakınız, Sekülerleşmeyi, Laiklikle özdeş sayanlar için, Kamusal alan, Devletin alanıdır.
Dikkat edilirse, Daniel Bell abimiz, sekülerleşmenin ilk kullanım zamanlarında dinin politik hayattan çekilmesi anlamına geldiğini bildirmiştir ki bu, kamusal alanın politik alan ya da devletin alanı olduğu anlamına gelir. Bir başka ifadeyle, bu anlamda sekülerleşme ile birlikte din ve onun kurumları artık sadece özel hayatla sınırlı kalmış demektir.
Peki ya, Sekülerleşmenin Laiklik anlamına gelmediğini savunanlar?
Onlar için ise, Kamusal alan Sivil toplumun alanıdır işte!
Kamusal alanın Sivil topluma ait olması, Dinin kamusal alana yeniden geri dönüşünü işaret eder.
Geri dönüş kavramı, Daniel Bell abimizin, Dinin Kamusal alana geri dönüşünü Kutsal-olanın geri Dönüşü (The Return of the Sacred) adlı kitabında zaten irdelenir. İnsanların dinsel kimliklerini kamusal alanda görünür kılma konusundaki talepleriyle birlikte bu geri dönüş, Kamusal alanı, Sivil toplumun alanı kılar.
Mesele, Kamusal alanı, hâlâ, politik alan ya da Devletin alanı olarak görmek ısrarında olanların, Müslümanların dinsel kimliklerini görünür kılma konusundaki taleplerini, siyasi kimlike ilişkin bir talep olarak okumaları ve bu varsayımdan yola çıkarak başörtüsünü, bir siyasi simge olarak yorumlamalarıdır.
Burada, apaçık ideolojik değerlendirme söz konusu değil ise ben de dişimi kırarım! İdeolojik bir değerlendirme, evet;-çünkü, Müslüman kadınların dinsel kimlikleri ile görünme isteklerinden, onların siyasi bir kimlik talebinde bulunduklarını çıkarsamanın, dolayısıyla da başörtüsünü siyasi bir simge saymanın hiçbir mantıksal ya da sosyolojik dayanağı yoktur ey benim eşek kafalı arkadaşlarım!
Dahası, bu talebi siyasi bir talep, başörtüsünü de siyasi bir simge farz etmek, doğrudan doğruya, Kamusal alanın hâlâ, politik alan ya da Devletin alanı olduğu konusundaki miadı dolmuş ısrardan gelmektedir artık gına getirdiğinizi bilin istedim!
Ben de bu yüzden bir daha Whatsaap gurubuna gelmem!
Aziz meslekdaşımın görüşlerine saygı ile sunarım.
Bunun yerine D18 filan bir felsefe gurubu kurarsanız ve eşeklerden gurubu temizlerseniz seve seve gelir katkı sunmak isterim
Selamlarımla