Çoğumuz Ben olsam ne yaparım? sorusu ile bir şekilde muhatap olmuş ve ardından yapacaklarımızı sıralamışızdır. Aslında bu soru, bilimsel bir çıkış değildir ama verdiğimiz cevaplardan yola çıkarak çoğu insanı harekete geçirmeyi başarmıştır. Hatta, bu soruya samimi bir şekilde cevaplar verildiğinde, insanın sorumluluk eğitimine katkı da sunmuştur.
Türk ekonomi ve siyaseti hakkında ben olsam şunları söylerdim:
Gerekeni yapacağız, fakat değişim ne kadar önemliyse, intibak zaruretleri de o kadar önemlidir. Bu zaruretler bazen en olumlu değişim süreçlerini de başarısızlığa sürükleyebilir. Bu ülkenin özel şartlarını anlamaya çalışmalıyız. Üretimin ardında insan var. Kalite ve verim rekabetine uyamazsak, tarım, hayvancılık ve istihdam yok olup bitecektir. Yani bir intibak süreci oluşturmazsak, siyaseti de tüketip ülkeyi idare etmekte zorlanacağız. Böyle bir ülkede ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamak mümkün olmaz. Demek ki bir meseleyi ele alacaksak, bunu biraz siyasi, biraz sosyolojik, biraz da insani açıdan değerlendirmeliyiz. Türkiye, asgari ekonomik dengesini bir şekilde sağlarsa, bu ülkeden beklenmedik yeni gelişmeler de görülebilir. Çünkü bu ülkenin ihtiyaçları hiçbir zaman tek yönlü olmamıştır. Bizim, dünyadaki gelişmiş ülkelerden ekonomik olarak çıkarlarımız varsa, evrensel medeniyet dengeleri açısından başka ülkelerin de Türkiyeye ihtiyacı olacaktır. Bugün bu ülke küreselleşecekse, dikkat etmesi gereken tek nokta bu olmalıdır diye düşünüyorum
Sonra, içte bir güven havası estirmek için harekete geçerdim. Çünkü, yolsuzluk, vurgun, dejenerasyon, adam kayırmaca, baskı, korku, ekrana yansıyan sefalet, fuhuş, uyuşturucu ve liyakatsizlerin iş başında olması milletin yılgınlık hissetmesine sepeb oldu.
Sevgi, saygı, hoşgörü, hürmet ve muhabbet de unutuldu. Sadece metropollerde değil, yakın çevremize karşı da unutuldu. Yani herkesin içinde su-i misal emsal olur! öfkesini görür olduk. Tepkisellik, adeta insanların karakteri haline geldi! Artık Türkiyenin temiz bir havaya ihtiyacı var Yıllık iznimin ilk haftasında bir akşam evde televizyon izlerken yerel bir TV kanalının anketine gözlerim takıldı. Anketin sonucunu, sunucu ve konuklarının yanlış değerlendirdiklerine şahit oldum. Çünkü Hayatınızdan memnun musunuz? sorusuna, Çok memnunum, Az memnunum, Eh işte! diyenlerin toplamı %55i geçiyordu. Demek ki bu ülkede en az %35lik bir kesim hala güçlü bir iradeye ve sabra sahip! Yani Türkiyenin insan kaynakları bakımından sanıldığının aksine, önemli sayılabilecek bir ölçüde dinamikleri olduğunu istatiksel olarak bu aklımla ben görebiliyordum. Geçmişte bu tarz anket sorularına gelen cevaplarda böyle yanıtlar görmek mümkün değildi. Ama, söz konusu ekonomik atmosfer ve belirsizlik iç kaynağı bir nimet olmaktan çıkarıp halk arasında dert haline getirince işin rengi de değişti. Daha düne kadar, IMF gibi finans kuruluşlarından dilenen 10-15 milyar dolar, Türkiye için bir anlam ifade etmiyor artık Hatta bu para, ASELSANın büyüklüğü yanında devede kulak kalıyor. Ancak, vergilerin artması ve gıda fiyatlarındaki fahiş artış, halkta güvensizlik rüzgarlarının esmesine yol açıyor. Bu durum, zaten ezilmiş insanların daha çok ezilmesine, daha çok büzülmesine, sinmesine, bencilliğine ve donuklaşmasına sebep oluyor.
Burada yanlış bilgilendiren basın ve sosyal medyanın da sorumluluğunu görmemiz gerekir. Ekranları ve sayfaları açtığımızda, kovalayanlar ve kaçanlar arasında bir ülke manzarasıyla karşılaşıyoruz. Bu ortamda sağlıklı haber almak için ter dökmek yerine yalan ve dezenformasyon içeren haberleri tüketiyoruz. Hal böyle olunca zaten kötü giden ekonomiyi düzeltmek de pek mümkün olmuyor. İşte burada da ben olsaydım; tüm boyalı ve görsel basını huzura çağırır, dezenformasyon içeren haberler yapmamaları konusunda uyarlarda bulunurdum. Uymayana da yayın yasağı ve lisans iptali seçeneklerini sunmaktan çekinmezdim. Ayrıca sosyal medya finolarına da aynı tarifeyi uygulardım.
Bugün Türkiyede sosyal hayat, adalet ve hakların en temel hukuk kaidelerinin tersine çevrildiği bir krizle karşı karşıya. Bu noktada, Beraat-i zimmet asıl değildir. Aksi sabit olmadıkça herkes şüphelidir! düşüncesi neredeyse herkesin zihniyetine yerleşmiş durumda. Artık sadece devlet değil, siviller de böyle düşünüyor. Böyle bir durum, düşünülenin tersine, suçluların değil, masumların yolunu kesiyor ama bunu kimseye anlatamıyoruz. Bu durumda ben olsam, sözcülüğü teknik adamlara havale etmezdim. Çıkardım ortak yayınla tüm TV kanalarından milletimizin ruhuna ve gönlüne hitap eden meseleleri aydınlatıcı ve tatlı bir dille vatandaşlarıma anlatırdım. Ekonomi ve siyasi iradenin teknik kadrosunun halkın sırtına yüklediği vergileri artırmak ve sürekli elindekine göz diken politikalarına engel olurdum. Ve benim için en önemlisi de ülkedeki siyasi parçalanmışlığa sebep olarak gördüğüm gönül tıkanıklığından kurtulmanın reçetelerini hazırlamaya başlardım. Hayatım boyunca komplo teorilerine inanmadım; bence kimse kimsenin adamı değil ama herkesin kendi nefsinin tutsağı olduğudur. Herkesin birbirinden korktuğuna binlerce kez şahit oldum. Eşyanın tabiatına ve insanın ruhuna aykırı olan her şey, siyasete de ekonomiye de uygun değildir. Ama öfkeler o kadar büyük ki bu doğruyu rahatça dile getirmek bile tarafsız bakamayan partizanların her platformda tepkisine sebep oluyor.
Her ne ise, bu gönül tıkanıklığını ve ona bağlı düğümlenmeleri, alışılmışın dışına çıkan herkesin aklıyla ve gönlüyle çözeceğine inanıyorum. Bu nedenle Ben olsamlı istidlallerin doğru zamiri bu. Ama ne yazık ki hafıza-i beşer nisyan ile muhakeme-i beşer ihtiras ile malul olduğu müddetçe bu ülkede birlik ve beraberlik ruhunu tesis edemeyeceğimi de adım gibi biliyorum
Kalın sağlıcakla