Canım sevdiğim,
Sensizliğin hain kışını yaşıyorum sıcak yaz günlerinde. Kutup rüzgârları esiyor durmaksızın. Donuyorum.
Tutunacak dal arıyor serçe ruhum. Kanat çırpıyor umutsuzca gökyüzüne. Anılarının özlem kırıntılarıyla beslenmek istiyor. Yaşarken ölmek, varken yok olmak, yeşilken sararıp solmak istemiyor.
Sevginin sıcak iklimini özlüyor, sıla hasreti çeken bir sürgün gibi. Hayallerinin kucaklayıcı rahatlığına kavuşmak, anılarıyla baş başa olmak… Heyhat! Bunların gerçekleşemeyeceğini bilmenin acısını; idamını bekleyen bir mahkûmun umutsuzluğunu iliklerinde hissediyor ve daha çok donuyor. Dondurucu beyazlığa müebbet hapsolmanın siyah hüznünü yaşıyor kederle.
Mutsuzluğun kışında aşkın imkânsızlığını duyumsuyor. Aşk ateşinde donmanın acı veren tezadında, siyah beyaz öyküler kurguluyor. Bitmemiş romanlarının kahramanlarının çığlıklarını işitiyor defalarca. Bu azaptan kurtulmanın ölüme eş olduğunun farkına varıyor içi burkularak. Azrail’le dans etmenin ürpertisi kanatıyor yüreğini, donduruyor zamanı. Ne geçmişe gidip hatıralarıyla hasret gidermenin yalancı mutluğunu tadabiliyor ne de geleceğe gidip Anka kuşunun kanadında umut avına çıkabiliyor.
Çaresizliğin dondurucu soğuğunda ılık meltemlerin özlemiyle kavrulan kaleminden şu cümleler dökülüyor: “Yüreğim bakışlarındaki şiirsel gizeme, dimağım o unutulmaz hatıralarımıza hasret. Ne zaman ılık meltemler esecek ruhumun bozkırlarında? Ne zaman baharı, yazı yaşayacak kalbim?”