“kat kat katlanıyorsam acılara gıkım çıkmıyorsa
gövdemi serin bir dal gibi şafaklara salmışsam
ipten alıp zehir-zıkkım müebbetlere yatırmışsam
şair olmuşsam ekmekten ve aşktan yana
bir adım daha erkene almışsam yani ömrümü
bulutsuz yürüyün diyedir altında göğün
hadi öpün birbirinizi öpün bir daha öpün
ve alın artık ellerimden sizde büyüsün gülüm”
Son günlerde yaşananlar kafamı çok karıştırdı. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilememek bu olsa gerek. Ulusalda ve yerelde yapılan yorumlar, yazılanlar yaşadığım bu keşmekeşi daha da arttırdı ve bir yalanlar zincirinin ortasında nasılda çaresiz kaldığımızı gösterdi. Her yeni gün ortaya çıkan yeni pislikler, yolsuzluklar, yeni tartışmalara ve yeni savaşlara yol açarken memleket, sözde bir demokrasi mücadelesinin içine girdi. Önceleri benzer durumlarda insanlar her köşe başında, her kahvede hatta dost ziyaretlerinde bile gündemde olanları konuşup tartışırken ne ergenekon, ne de kapatma davası nı kimse ağzına bile almıyor. Artık insanlar farkında, verdikleri oy’da dahil yaşananlarla ilgili ya da yaşananlara gösterdikleri tepkilerin ve yaptıkları yorumların hiçbir işe yaramadığının. Bu yüzden de suskun, suskun ama bu sefer bilerek. Hem de her şeyi.
Neleri mi?
Sözde demokrasi yanlısı, darbe karşıtlarının, kendisini sanata veren darbecilere özellikle dokunmadığını ve de yaptıkları anayasayı özellikle değiştirmediklerini. Özellikle de haklar ve özgürlükler le ilgili olan kısımlarını. Sözde demokrasi yanlılarının, şeriat karşıtlarının, sözde cumhuriyet yanlılarının cumhuriyeti ve demokrasiyi lüks otel lobilerinden ve de lüks yaşantılarından ibaret algıladıklarını. Ve onlarında geçmişte yaşanan darbelerden ve darbe anayasalarından hiçte rahatsız olmadıklarından. Ve de şimdi bu iki tarafın savaşının, bu toprakların zenginliğe tek başına sahip olma savaşı olduğunun.
Aslında aralarındaki tek farkta bu. Oysa ne çok ortak yanları var. Hepsi de hükümet etmezken karşı olduklarına iktidar olunca selam duruyor mesela. Bununla bitmiyor tabi. Mesela incirlik üssü’nün kapatılmasını her iki tarafta istemiyor. Çekiç güç’e de karşı değiller, BOP’a da karşı değiller, tüm bunlar yaşanırken Tuzla’da yaşanan işçi ölümleri her iki tarafın da gündemine gelmedi nedense. Her iki tarafta yargıya, rakipleri mağdurken saygı göstermiyorlar mı? Ya kendileri yargılanırken. O zaman hemen yargı siyasallaşıyor. Bir acayip borsa işte. Bir iniyor, bir çıkıyor. Kaybedeni hep halk olduğu için, ne içerden ne de dışardan bu borsada yatırımı olanların korkusu da yok, kaybı yok.
Yerelde de aynı şeylerin yaşanması gayet doğal tabi. Siyasetçisiyle, ticaretçisiyle, basınıyla, kitle örgütleriyle v.s. siyle. Bir kent düşünüldüğünde hemen akla gelen şeyler.
Diğer kentlerden farksız. Yaşam denilen piyasa’nın içinde bir şekilde tutunmuş, yol verilmiş, yola gelmiş, kimisi her daim, kimisi bazı zamanlar, kimisi çoğu zamanlar kazanan ve kaybedenlerin yaşadığı bir kent. Ve bu saydıklarımın hiçbiri ulusalda’kiler gibi ne üslere, ne çekiçlere ne darbelere, ne başka şeylere karşı. Ama birde bu toprakların gerçek sahipleri var.
“toprağını satan, onurunu satar” diyerek bekleyen.
Yaşamak Ağrısı
bir gece küçüktüler zavallı korkunç geldiler
sevme dediler unut dediler sürün dediler
ne varsa beni bağlayan ellerimle yakmışım
ben ki spartaküs'le birlik ayağa kalkmışım
biz olmasak açlık biz olmasak ölüm.. dediler
seni kapkara bir çarşaf gibi yere serdiler
sevildikçe güzeldin öpüldükçe güzelim kız
kızoğlankız olmadın mı şimdi daha duldasız
mapus çağındayız bakarsın ayakta duramam
bağışlama güzelliğin bozulur dayanamam
sınanıyoruz kaçınılmaz ayrılıklarda bak
son demde yakaranı tanrı bağışlasın bırak
okşadım tenini kırıldı bir kez yasak bıçak
kanımı akansın olası mı seni unutmak
seni sevdalar yontusu seni aşk yaratısı
sana çoğaldım elbet bitecek yaşamak ağrısı
Şubat 1982
Nevzat Çelik