Başka

sevdiğine tutsak olmak lazım

yazı resim

“Başka seveceksin, başka türlü, başka şekilde, başka biçimde, güneşten sıcak, sudan çıplak
Ve martıların kanadı gibi tutsak…”

Tanka taş atan çocuk ve düşleri. Ve küçük bir pencere. Ve o pencereden izlenen manzaralar.

Bir şehir ve insanlar. Gündüzler, geceler. Hayata geç kalmamaya koşuşturmacalar. Alınan her nefesin bir anlamı, söylenen her yalanın bir rengi var. Nefes ve yalan, bir yaşamda bilinen, tanınan, alışılan, kabul gören, reddedilen, korkulan, sevilen, sayılan, başkasının yaşamında bir isim koyularak yer alan her şey. Ve bir gün nefes, yalanı terk ettiğinde ölünün arkasından konuşulmaz yalanı ile biten yaşam. Bir filmde ölümle yaşam arasındaki ağırlık farkının 21 gram olduğunu öğrenmiştim. Uzmanlara göre bu, verilen son nefes ya da ruhun ağırlığı. Belki de yalanın. Ama kim ne derse desin, bana göre yalanla ilgili en harbi söz “herkes yalan söyler” sözüdür.

Herkesçe en çok yalan söyleyen insanlar genelde “ileri gelenler” diye tabir edilen insanlardır. Ve en çok da bu yalanlara inanılır.

Bu yalanları söylemek için gerekli olan tek şeyse, itibar gören bir koltuktur. Bu koltuğa sahip olursanız dilediğiniz gibi yalan söyleyebilirsiniz, hem de insanların gözlerinin içine baka baka.

Zaten önemli olan o koltukta otururken, doğruyu söylemeniz ya da yapmanız değil, kimilerinin işlerini görmenizdir. Bu işleri görürken kendi işlerinizi de görmeniz.

Her yerde olduğu gibi bu koltuk mezvuunun da bir hiyerarşisi var. Yukarıdan aşağıya ve de

Aşağıdan yukarıya. Aşağıdaki koltuk her zaman yukarıdakine saygı gösterir, biat eder, bir

Dediğini iki etmez, ederse iyi olmaz zaten. Onu o koltuğa oturanları seçenlerin karşısına çıkarmama ile cezalandırıverir en tepedeki koltuk.

Bir kent, doğup büyüdüğümüz, üzülüp sevindiğimiz, kazanıp kaybettiğimiz, bazen aradığımız, bazen bulduğumuzu sandığımız, düşler gördüğümüz, nefes aldığımız bir kent.

Hiçbir sevdiğimizi kaybetmediğimiz, hiç üzülmediğimiz, yarını düşünmek zorunda olmadığımız, komşumuzun aç yatmadığı, çocuklarımızı nasıl okutacağımıza kaygılanmadığımız, hayır çarşılarında, aşevlerinde sıraların olmadığı bir kent.

Siadların, oda koltuklarının yönetmediği, ileri gelenlere ihtiyaç duyulmayan, çıkar ve rant kavgalarının yön vermediği, yaşayanlarının mutlu olduğu bir kent. Hesapsız ve yalansız sevdaların yaşandığı, günü kurtarmacısına çevrilen dolapların olmadığı, herkesin birbirine inandığı ve güvendiği bir kent.

Seçilmiş ve atanmış tüm yöneticilerinin, sadece hizmet etmek için var olduğu bir kent. Sabah uyandığında insan, o küçük penceresinden baktığında yeni bir güne merhaba derken, dünden sonraki günü daha mutlu ve ayrımsız yaşamak için koşuşturan yaşamları görmek.

Evet bu bir düş.
Bir şehir ki zehirdir incecik gülüşlerin
Bir şehir ki çevrilmiş sokakları süngülerle zırhlarla
Bir şehir ki her sabah vurguna hazırlanır
Bir şehir ki
Pelte pelte çocuklar dökülür sinemalardan
Tokatlanıp genç kızlar alınıp götürülür
Bir şehir ki yollarında aç insanlar sürünür
Solgunlaşır bakışlar, sabahlar kabalaşır
Bir şehir ki aşk denince sadece acılar paylaşılır
Öyleyse:
Dayan yüreğim dayan
Gerekirse katlanır geçeriz güzelin hasretinden;
Davran yüreğim davran
Kurmak için yeniden
Günü gelir yıkarız bu şehri temelinden.
Nihat Behram

14.03.2008

Başa Dön