Bakışlarım sığınacak bir yer aradığında gözlerine koşardı
O zümrüt yeşili hâreli gözlerinde bulurdu barınağını
Gözlerin vâdi ortalarındaki göletler kadar ışıltılı ve berraktı
Şırıl şırıl akardı sesin yürek hoplatan esrârıyla
Üstüne yel değmiş bir akasya dalının hışırtısı tazeliğinde
Bir yaprağın kırılmasını andıracak hüzünler taşırdı bazen
Bana “ sen” dediğinde ben olurdum,
Bana “ ben” dediğinde de…
O sahil kasabasının kuytularında el ele gezerdik
Çocuklar gibi rahat; çocuklar kadar endişesiz; çocukcasına coşkulu
Senin duyabileceğin kadar, sırf senin için, bir aşk itirafı gibi
“ Seni ne çok sevdiğimi söylesem de bilemezsin” i okurdum kulaklarına
Şımarırdın…
Ellerimden kurtulur kaçardın ürkek bir güvercin edâsıyla
Sonra bir kısa maraton başlardı iki kişilik
Bir ağaç altında yakalardım seni sonunda
Kalp atışlarımızdaki senfoni ile birleşen dudaklarımız
Ve dudaklarımızla içtiğimiz mutluluk sonsuzlaştırırdı umutlarımızı
Bir anda “ paydos” dedi kader…
Allak bullaktı gönüllerimiz, zihinlerimiz, herşeyimiz.
Aradan kaç uzun yıl geçti hesaplamak bile zor
Milâttan Önce gibi eski ama daha dün gibi
Taze, yeni ve sıcak…