Sovyetler Birliği'nin 1922'de kurulmasının ardından Moskova Kırım Tatarlarını özerk yerli nüfus olarak tanıdı. 1920 yılında Tatarlar Kırım'da gazeteleri, eğitim kurumları, müzeleri, kütüphane ve tiyatrolarıyla kendi kültürlerini geliştirme imkânına sahipti.
1920-1930 yılları arasında Tatarlar toplam nüfusun yüzde yirmi beş, yüzde otuzunu oluşturuyordu.
1930'dan sonra Sovyet rejimi Tatarlar ve diğer halklar üzerinde baskı kurmaya başladı. Önce Rusya'nın kuzeyinde yaşayan Tatarlar sürgüne gönderildi, ardından 1932-33 yıllarında kıtlık yaşandı.
Bu gelişmeler Kırım Tatarlarının Sovyet rejimine tepki göstermeye başlamasına yol açtı.
Zorunlu sürgün 18 Mayıs sabahı başladı ve 20 Mayıs'ta son buldu. Bu sürede 238.500 kişi, yani Tatar nüfusunun neredeyse tamamı sürgün edildi.
Sovyetler Birliği'nin İçişleri Halk Komiserliği sürgün için otuz iki bin kişilik güvenlik gücü kullandı.
"Vatan hainliği, Sovyet halkını imha etme girişimi ve Nazi işgalcileriyle işbirliği" Kırımlı Tatarların sürülmesinin resmi gerekçesi olarak gösterildi.
SSCB, Kırımlı Tatarların Türkiye ile yakın ilişkiler içinde olduğunu, Türkiyeyi potansiyel bir rakip olarak gördüğü için, gelecekte Türkiye ile yaşanacak bir çatışmada Kırım'ın tutumunun risk oluşturacağını düşünerek, stratejik yapısını kendisine uygun hale getirmenin hesaplarını yapıyordu. Kırıma hâkim olmanın coğrafi önemini fark etmemek elbette mümkün değildi.
Sovyet lider Joseph Stalin'in Tatarları 'olası sabotajcı ve hainler' olarak görerek, onlardan kurtulmak gerektiğini düşünüp, gereğini yaptı.
SSCBnin ürettiği gerekçelere göre, Almanların Sovyet karşıtı birimlerinde Kırımlı Tatarları görev yapıyordu. Bazı Tatarlar Sovyet partizanlarına karşı köylerini korumaya çalıştı. Bazı Tatarlar ise Naziler tarafından yakalandıktan sonra Alman güçlerine katıldı.
Kırım Savaşı sırasında yetişkin erkeklerin yüzde on beşi Kızıl Ordu'da görev yapıyordu. Bu askerler sürgün sırasında tutuklanarak, Sibirya ve Ural dağlarındaki çalışma kamplarına gönderildi.
İçişleri Halk Komiserliği Tatarların evlerine giderek, vatan hainliği nedeniyle sürgün edildiklerini ilan etti.
Her eve eşyalarını toplamak için on beş, yirmi dakika süre verildi. Her ailenin beş yüz kilo yük taşıma hakkı olmasına rağmen, insanların çok daha az eşya taşımasına imkân tanındı.
Tatarlar kamyonlarla tren istasyonuna taşındı ve yetmiş trenle doğuya sürüldü.
Dar vagonlar fazlasıyla kalabalıktı ve sürgün sırasında çoğu çocuk ve yaşlı olmak üzere sekiz bin insan yaşamını yitirdi. Ölüm nedenlerinin başında susuzluk ve tifo geliyordu.
Tatarların çoğu Özbekistan ve komşu ülkeler Kazakistan ve Tacikistan'a gönderildi. Bazı küçük gruplar Ural dağları çevresinde ve Kostroma bölgesine gitti.
İlk üç yılda sürgün edilenlerin yüzde yirmi ile yüzde kırk altısı açlık, bitkinlik ve hastalıklar nedeniyle öldü.
Birinci yılda ölenlerin yarısı on altı yaşını geçmemiş çocuklardı.
Temiz su bulunmaması, kötü hijyen koşulları ve tıbbi yardım olmadığı için sürgün edilenler gittikleri yerlere sıtma, sarı humma, dizanteri ve başka hastalıklar taşıdılar.
Kırım Tatarlarının büyük bölümü, askerlerin koruduğu, kontrollerin yapıldığı ve dikenli telli çitlerin çevrelediği kamplara konuldu. Bu kamplar, Stail döneminde kurulan ve Gulag olarak bilinen çalışma kamplarına benziyordu.
Gelenler büyük tarım kooperatiflerinde, devlet çiftliklerinde, pamuk tarlalarında, madenlerde, inşaatlarda ve fabrikalarda çalıştırıldı.
Sürgün propagandası sayesinde yerel halk arasında Kırım Tatarları vatan haini ve halk düşmanları olarak tanıtıldı.
1948 yılında Moskova, Kırım Tatarlarını hayat boyu yerleşimci olarak tanıdı.
1957 yılına kadar Tatarlar kendi dillerinde ve kimlikleriyle faaliyet gösteremediler.
1950 ve 60'larda Tatarlar vatanlarına dönmek için Özbek kentlerinde düzenledikleri eylemlerle mücadele verdi. Zamanla Kırım Tatarlarının hakları genişledi, ama Tatarların Kırım'a dönüşü 1989'a kadar gerçekleşmedi.
Kırım Tatarları için son zorluk Rusya'nın Kırım'ı Mart 2014'te ilhak etmesi oldu. Baskı altında hisseden bazı Tatarlar Kırım'ı terk etti.
Tatarların bütün bu yaşadıkları zulümler, Birleşmiş Milletler'in soykırım tanımına uymasına karşın, her hangi bir girişim ve dillendirme de gerçekleşmiş değil. Sovyetler Birliği'nin Kırım Tatarlarını etnik bir grup olarak yok etmeyi planladığı ve bu yolda adım attığı gerçeği dünyanın önünde sadece duruyor. Tarihi çalışma ve diplomatik belgelerde Kırım Tatarların yaşadıkları soykırım değil, sürgün olarak tanımlanıyor.
İşte bu acı sürgün gerçeğini 2016 Eurovizyon şarkı yarışmasında Ukrayna'yı temsil eden ve birinci olan Cemile, seslendirdiği şarkıya konu etmiş, farklı bir eylem gerçekleştirmişti.
Bugün baktığımızda değişen bir şeyin olmadığını görüyoruz.
18 Ekim 20
Gölcük