Kavgaya ve Aşka Dair

yazı resimYZ

ben
halen
anlatmadım sana
toprak damlı evlere yağmur nasıl yağar'ı
ama bu gün sana onu anlatmayacağım,
sana yoksul evlerdeki çocukların nasıl üşüdüğünü anlatacağım, tipinin kırık camların çok sesliliğinde söylediği o acı şarkıyı ve çocukların hiç bir şeyden habersiz üşümüşlüğünü anlatacağım,
üşümüşlükle nasıl bileylediklerini hayatı,
küstüklerini arada bir
ama
yinede
çığ gibi umutlar büyüttüklerini içlerinde...
...
üşüdükçe sever o çocuklar,
sevdikçe üşürler
ve
sarılmayı öğrenmişler o soğukta,
sarılıp dost olmayı,
can olmayı,
yar olmayı
yar'ı olmuşlardır bu yüzden,
hep topaldır sol yanları
ve
gariptir
hepsi ihtilalcidir...
zulalarında aydınlık günler saklıdır
ve
kutup yıldızına inanırlar
güne,
güneşe inandıkları kadar
...
kavgaya taparlar
gözleri budaklar kurbanıdır,
ciğerlerini aç şahanlara adamışlar dağ başlarında
bu yüzden promethausturlar çokça
bu yüzden ateş çalarlar en zalim tanrılardan
bu yüzden topal yanları;
sol yanları;
ihtilalci yanları taht yıkar, taçlı kelleler kopartır!
mesela desem ki sana spartaküs bizim o soğuk evden çıktı
inanmalısın bana,
aşil’in topal ayağı adına yeminim olsun ki doğrudur söylediğim,
şey bedreddin adına,
börtlüce mustafa,
torlak kemal adına…
yani
kavga su gibidir o çocuklara,
ekmek gibi,
nefes gibi,
sen gibi yani…

daha dün
che
çocukken üşütüp ciğerlerini
astıma yakalanmıştı bizim evde
romantik komünistim benim
gitarı ve motorsikletiyle bir sabah öpüp uykumda alnım
vurdu kendini kavgaya
vurdu zalimi,
vurdu
vurdu
vuruldu…
alnının yarasına kurban
nefesine kurban
can…
kesik ellerini ellerimiz yaptık
ayaklarını ayaklarımız
ve
ruhunu bolivya dağlarından çaldık
çaldık ta
deniz’e verdik,
hüseyin’e,
yusuf’a,
mahir’e…

gözleri ustura bakar bizim çocukların
cellat gözlere
ağızları küfür doludur zalime
darağaçları utanır,
kirli ilmik utanır boyunlarından
yağlı kurşun utanır alın çatlarından/ da
kalleş insan utanmaz…
yiğit türküler söyleyerek giderler
kahraman marşlar…
on yedisinde,
yirmisinde,
yirmi ikisinde,
bize aydınlık hayaller bırakıp,
harlı kavgalar bırakıp,
namus bırakıp,
ar bırakıp giderler
ve
künyeleri künyelerimizdir,
düşleri düşlerimiz
bayrak asla kalmayacaktır vuruldukları yerde!

aslı’da bizden çıktı,
en güzel bacımızdı,
babası babamızdı,
annesi anadolu…
haklıydı kerem kerem olmakta
kendini yakmakta haklıydı
aslı ise bir pervane,
öyle bir karşı duruşta var bizde zalime
bu yüzden deriz
“sen yanmazsan, ben yanmazsam…”
Bir daha kimseler yanmasın diye!

kara kuru bir kızdı leyla
bilmem nesine vuruldu kays
alay edip gülerdik,
bu çocuk deli derdik…
bir gün gözünü verdi bize
“alında bakın” dedi
meğerse biz körmüşüz,
bacımız dünya güzeli,
ama aşka acı gerek
“vur” dedik “kays”
“vur kendini çöllere
seviş bacımızın özlemiyle,
bize bir aşk doğurun ki
destan olsun dillere / yedi düvele”
sonradan anladık ki
kays’ta bizim mecnun’muş…

zühre?
bilemiyorum
derler ki
tahir sevmeseymiş zühreyi
zühre zühre olmazmış
ama hakkını yememek lazım,
bacımız diye söylemiyorum,
/hem tahir bir göbek yandan kardeşimiz/
güzel kızdı
bir türküde buldum onu
“turnam gidersen mardin’e,
benden yare selam söyle”
ikiside gittiler
sevda yüzünden ölmek ayıp değildir’i öğretip bize
bana bu demde susmak düşer
sözü bırakıp nazım ustaya
/gözlerim sislendi zira/

işte böyle,
soğuk evlerde büyüyen yoksul çocuklar,
acı ninnisiyle uyurlar yaşamın,
ne açlıktır umurlarında olan,
ne soğuk…
hiç birinde yoktur habilin hırsı,
kabil’in kıskançlığı yok hiç birinde
sarılıp bir birlerine,
kardeşçe…
umutlar büyütürler düşlerinde
kavgaya ve aşka dair…

Başa Dön