Uzun gibi görünse de, aslında kısacıktır yaşam hikayemiz. Çocuk oyunlarımızın tadını çıkarmadan büyümek için acele ettik. Herhangi bir yerde, bir şehir veya küçük, tozlu bir kasabada düşlerimiz hayallerimizle bezendi.
Farklı, çok farklıydık. Tanıyamadık içimizdeki ruhu. Bu yüzden harflere, notalara ihtiyaç duyduk. Masallar, şiirler, hikayeler yazdık, şarkılar, ezgiler besteledik. Bu yüzden mevsimlerin tüm renkleriyle duygularımızı resmettik.
Hayat, kirli elleriyle tertemiz ruhlarımıza dokununcaya kadar aslında olmadı birbirimizden farkımız. Tekrar tekrar doğup büyüdük, yaşadık, öldük. Hiç birimiz bu gezegende kalmadık...
Ruhumuzda ilahi aydınlık tükendikçe, hırslarımız, kinimizde boğulduk. İyi olmaktan korktuk. Cahilliğimizi zırh yapıp karanlığın şeytani gücüne sığındık. Merhametli olmaktan korktuk. İnanç gücümüzken, güçlü olduğumuza inanmayı seçtik. Gözlerimizi yumduk. Kulaklarımızı tıkadık. Dilimizi yuttuk.
Amaç edindik: parayı, tahtı, hükümdarlığı... Araç edindik: parayı, hükmü, mevkii...
İnsanlığımızı, varoluş sebebimizi unuttuk...
eylül