Kıssadan hisse hikayelerini büyüklerimizden sıklıkla duyarız. Hatta onları dinlerken de büyük keyifler alırız. Gerçek yaşamda daha temkinli ve daha güvenli olmamızı sağlar bu tür hikayeler. Tabi ki anlayana
Aşağıdaki öykü gerçek mi, değil mi artık varın siz değerlendirin. Yazan kalem Şefika Turgut Hanımefindeden kıssadan bir hisse tadındaydı. Hani bir söz vardır;
Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste tadı diye
Tabi ölüm Allahın emri, ondan kimse kaçamaz. Lakin yaşarken kalp kırmadan, incitmeden yüreklerimizi, bunun yanı sıra, sevgi ve hoşgörümüzün içine saygı ve sabır süslerini de katarsak, daha hoş olmaz mı birliktelikler? Daha çekilir kılınmaz mı hayat? Şunun şurasında daha kaç yıl yaşayacağız ki? Kim biliyor bir nefes sonrası yaşamı garanti etmeye? Kimse Yutkunmak gerekir demişti, bir dostum. Ve sözlerinin devamını getirmişti:
Hemde bir kere değil, bir kaç kez yutkunmalı insan, çünkü boğaz dokuz boğumdur.
Şöyle gözlerimizi kapayalım ve düşünelim birlikte. Beş yıl öncesine gidelim. O yıllarımızda bizi en çok üzen bir anımızda yoğunlaşalım. Öyle ki, bu anımızın içinde iki kişi olsun. Biri siz bir diğeri de en yakınımız olan olsun. Örneğin; annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız veya dostlarımızdan biri olabilir, pekala
Ve bir konuda uzlaşmak için önce konuşuyoruz, sonra uzlaşamadan tartışıyoruz. Tartışma sonrası kaçınılmaz bir gurur rengine bulanıyor ruhumuz. İşte o anda iki rolü üstleniyoruz. Biri, çekip gitmek oluyor, bir diğeri de kalıp şiddeti yaşamak olmuyor mu?
Sonuç, felaket tabi. Yakıyoruz her şeyiNasıl ki Neron yakmış Romayı, bizler de hem kendimizi hem de çevremizi yakıp-talan ediyoruz. Bir anlık öfkemize teslim oluyoruz, değil mi?
İşte bu anlarımızda dokuz kez yutkunmuş olsak, değişen ne olabilirdi?
Belki derviş sabrını gösteremeyiz, ama denemekte fayda vardır, zarar yoktur
Zira susmanın, sihirli bir tesiri vardır insan yaşamında.
Hatta bu konuda baba bir söz bile edilmiş:
Söz gümüş sükut altındır diye
Ben böyle anlarımda çok sabırsızımdır; içimde tutamam hissettiklerimiKarşımdakini ikna etmek adına, önce söylerim söylenecekleri, baktım karşı taraf aşırı üzerime geliyor, susarım ve çekilirim kendi sinemeÇoğu kez de uyurum. Evet, kendimce bir çözüm bu eylemim. Uyku bende belki bir kaçış oluyor, lakin en iyi sedatif etkiyi de beraberinde getiriyor. Unutuyorum, erteliyorum, bizi üzen her şeyi, o ardımda bıraktığım anı dahi
Yaşamda başımıza gelen çoğu şeye kader desek de, doğanın bir mıknatıs etkisi var. Bazı olumlu ve olumsuzluklarımızı kendine çekip, adaleti de yaşatıyor bizlere. En acısı ölüm de olsa, ayrılıklarsa ölümden beter geliyor yüreklerimize.
Hani o aşırı gururumuza teslim ettikten sonra ruhumuzu ördüğümüz tuğlaların ardına bıraktığımız yalnızlıklara
Aşağıdaki hikaye beni oldukça düşündürdü.
Bakalım sizde nasıl bir tesir bırakacak?
Keyifli okumalar.
Emine PİŞİREN/Edremit-Akçay
28.08.2010
Vaktiyle bir derviş, nefsi ile mücadelenin, bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınarak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekle olmamaktadır. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidirSaç, sakal, bıyık, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır. Berberden kendisini traş etmesini ister. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynadan durumu izlemektedir. Basının bir kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atar ve şaklabanlık yaparak:
-Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım! diye kükrer.
Dervişlik bu Sövene dilsiz, vurana elsiz olması gerektir. Kaideyi bozmaz derviş, hiç ses etmez, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup olur ama, korkmuştur da. Sesini çıkartamaz. Kabadayı Dervişin kalktığı koltuğa oturur, berber traşa baslar. Traş sırasında da devamlı olarak dervişi aşağılayıp alay etmeye devan eder;
Kabak aşağı, kabak yukarı..
Traş biter, kabadayı dükkandan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıya çarpar. Kabadayı orada yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basarlar. Berber ise şaşkındır. Bir bu kötü manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? Der.
Derviş mahzun ve düşünceli bir şekilde cevap verir:
- Vallahi asla gücenmedim ona. Hatta hakkımı da helal etmiştimGel gör ki kabağın bir sahibi var.O gücenmiş olmalı
Emine PİŞİREN/Edremit-Zeytinli
2010
Not: "Kabağında Sahibi Varmış" adlı yazıyı yazan kaleme teşekkürler.
Bunu Paylaş