Gel Mezarıma İşe Oğlum

Bankadaki işimiz bitince boş koltuklara oturup beyefendi ile biraz sohbet ettik. Emekli bir memurmuş. Çocuklarının her biri farklı şehirlerdeymiş. Eşi öleli çok olmuş. Yalnız yaşıyormuş. Dizlerinden ameliyatlıymış. Gözleri izin verdiği sürece kitap okumayı çok severmiş. En çok da Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin Kitaplarını okumuş. Hala onları bir kaç sefer okuduğunu söyleyince onu daha çok sevmiştim.

yazı resimYZ

1999 Büyük Marmara Depremi sonrası orta hasarlı evimizi onarmış, göç ettiğimiz özlediğimiz güzel şehrimiz İstanbula geri dönüş yapmıştık. Maaşlarımızı alacağımız bankaya nakil işlemi yapmak üzere evimize en yakın bankaya gitmek üzere evden çıkmıştım.

Banka çok kalabalıktı. Gişe işlemleri için insanlar tek sıra halinde sıralanmıştı. İnce bir nehir gibi bankanın dışına kadar uzanmış kuyruğun en arkasına geçip beklemeye başladım.

Kuyruk ilerledikçe bankanın kapısından içeri giriyorduk. Tam arkamda oldukça yaşlı ve ayakta ancak bastonuyla güçlükle duran bir beyefendi vardı. Arada bir sesli düşünmekteydi;

"Neden yavaş şu bilgisayarlar, sıra bana gelecek gibi değil,
vb.
Onu fark-edince, içeriye geçip oturmasını, sıra geldiğinde sesleneceğimi söyledim. Önce kabul etmemişti. Daha sonra, güçlükle bastonuyla destekli durmakta olan yaşlı bedeni, izin vermedi ki, bankadaki koltuklara doğru yöneldi.

Sıra bana gelmişti. Ona seslendim, yanıma gelmesi için. Yavaş yavaş gelmeye başlarken arkamdaki bekleyenlerden farklı sesler çıkmıştı. Tam arkamda sıkıntıyla sıra bekleyenlerden koro halinde "itiraz sesleri" yükselmişti.
Vay efendim, hastaysa gelmesin, yaşlıysa bankada ne işi varmış, çocukları yok mu? vb. konuşmalar aldı başını gitti.

Tabi itiraz seslerinin arasında anlayış gösteren cılız sesleri de duyuyordum.
Kaşı çıkan, anlayış yoksunu insanlara, o an verebileceğim tek yanıt öfkeli bakışlarım olmuştu. Sıramı yaşlı beyefendiye istemediği halde zorla vermiştim. Sonrası malum, bir kaç kişi itiraz etse de ben yerimden kımıldamadım, hem benim hem beyefendinin işi görülmüştü.

Bankadaki işimiz bitince boş koltuklara oturup beyefendi ile biraz sohbet ettik. Emekli bir memurmuş. Çocuklarının her biri farklı şehirlerdeymiş. Eşi öleli çok olmuş. Yalnız yaşıyormuş. Dizlerinden ameliyatlıymış. Gözleri izin verdiği sürece kitap okumayı çok severmiş. En çok da Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin Kitaplarını okumuş. Hala onları bir kaç sefer okuduğunu söyleyince onu daha çok sevmiştim.

"Ah hanımefendi, burası Türkiye işte dedik bir kere... Bu sözü babam da söylerdi. Bakın size rahmetlinin bana bir vasiyeti olmuştu; vaktiniz varsa onu anlatmak isterim."

Onu seve seve dinleyebilirdim. Anlatımı, kısa ve netti. Üstelik yaşayan bir tarihti. Özellikle; siyah beyaz yaşanmış geçmiş yıllarımızı bir filmin karesi gibi kısa anlatımını keyifle dinlemekteydim.

Adım Fethi Gültekin. Babamın adı Mustafa Gültekin. Anımsarsanız Ecevit iktidarı döneminde çok umutluyduk. Ama olmadı. Dış güçler izin vermedi. Yağ, şeker, tüp gaz kuyruklarında çileler çektik. Ülkemize yokluk, kargaşa yaşattılar. Belki de siz de yaşadınız.

Onun sözünü kesmedin dinliyordum: Yaşamaz mıyız? Hem de nasıl yaşadık! dedikten sonra başımla onun sözlerini onaylamıştım. Babasının vasiyetini söyleyince çok şaşırmıştım. O beyefendinin babası ölmeden önce özellikle oğluna şu sözleri tutması için tembihlemiş:

"Oğlum, işte geldim, gidiyorum. Sana vasiyetimdir: Eğer Türkiye düzelirse, bugünkü durumdan çok çok iyiye giderse, istikrar, huzur ve barış yurdumuza gelirse ki, hiç umudum yok... İşte o zaman oğlum, sen hemen gel mezarımın üzerine işe. Ben duyar hissederim. Hatta öte âlemde çok mutlu olurum."

O beyefendinin sözleri hiç kulağımdan çıkmamıştı. Günümüze geldiğimiz zaman ülkemize bakıyoruz, düzeldik mi? Sorusunu sormuyorum bile.
Evet, hastaneler yenilendi, özel hastanelerde seçenekli tedavi olanakları da sunuldu. Ama gıda terörüyle, kötü beslenmeyle, yoksullukla hastalıklar, ölümler de sıklaştı.

Evet, kamu binalarında uygulama ve düzenlemeler de kolaylıklar oldu, sistem yerine oturdu. Hatta ulaşım kolaylaştı, yollar çift oldu, köprüler, metrolar inşa oldu, uçaklarla gider olduk bir yerden bir yere, vs, Ama terör, hayat pahalılığı, işsizlik arttı, geçim zorlaştı. Yanı-sıra ülkemizin dış ve iç siyasetinde güven krizleri yaşanırken, insanlar "açık kapalı, dinli dinsiz, " gibi ayrışarak gelecekle ilgili kaygılarımız daha da arttı.
Bir de vatanımıza Peşmergeli, Suriyeli, Afrikalı, insanların ellerini kollarını sallayarak içimizde dolaşmaları kaygılarımız daha çok arttırmaktadır.

Evet, biz ülke olarak çağ atladık, bilgi çağındayız. Öyleyse, renkli bir yaşama geçtiğimiz halde günümüzde neden mutsuzuz. Niçin hayat pahalı? Neden insanlar ölüyor? Bir önceki yılı arar olduk, eskiyi özlemekteyiz.

Çünkü bizim zamanımızda siyah ve beyaz olmak üzere iki renk hâkimdi. Henüz insanlık ve adalet ölmemişti.

Emine Pişiren
2017-Kocaeli

Başa Dön