feryat
sessizce inletirken topraklarımızı
kutsanan acıların törenleri
sürüp gitmekteydi
ceplerinde,hatıralarının arasında,
şehirlerarası bir otobüs garının merdivenlerinde...
nasılda ağlıyordu dilsiz çocukluğun
bira içerken cadde köprülerinde
kahrediyordu karanlık gözlerimizi
şehirler yıldızlar gibi kayıyordu düşlerimizden,
düştüğümüz yerlerden zehirli saat akrepleri saldırıyordu yorgun bedenlerimize
ama biz
ölmüyorduk
o kadar karanlıktı ki...
uzaktaki kasabada düşük voltajlarda bıraktığın bilinmez hikayen ne kadar da ısrarlı değil mi
peşinden gelmek için çocuk
ve hala feryat değil mi çocuk...
zamansız rüyalarımızda
doğruca baktık hatırlıyor musun
kirpiklerinde yakamoz oluştuğunda sen gitmek üzereydin
ve anadolu ışık doğuruyordu
ağrılar içindeki yeryüzümüze...