Türkiye’de olan ya da oldurulmaya çalışılan şeyleri çoğu zaman anlayamam. Kafa yorsam da çözülmesi en zor sistem bizdedir. En zor insan da... Kimi zaman kendi isteğiyle esir olan, kimi zaman esir olduğundan haberi bile olmayan...
“Bir grup insanı meşgul etmeye çalışıyorsanız bir stadyum yapınız.” demiş vatandaşın biri. Babam gelip bunu ilk söylediğinde “Trabzon gibi futbolla yoğrulmuş bir kentin göbeğinde yetişmiş, yıllarını da futbola vermiş biri ne diye böyle bir laf etti ki şimdi?” diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Gel zaman git zaman, hem o yıllardaki erkek arkadaşımın futbol maçları ardından büründüğü garip kişilik, hem çevremdeki insanların önemli bir maçın ardından birkaç gün boyunca konu dışına çıkmamaya yeminli gibi pozisyonları, kaçan golleri,hakemi... konuşması babamın ne dediğini anlamama yardım etti sanırım. Babam sadece bu veri kabul ettiğim durumun aslında normal olmadığını anlamama yardım etmeye çalışmıştı.
Ardından üniversite hayatım geldi. Siyaset Bilimi okumanın verdiği kendini bilmişlikle (!) yapılan siyaset sohbetleri, zamanla etrafımdaki kimsenin siyasi görüşünü, daha doğrusu siyasete bakışını beğenmememe neden oldu.
Uzunca bir süre düşündüm bu insanlar neden takım tutar gibi parti tutuyor, neden seçim zamanları tribünde birbirlerine küfreden karşı takımın taraftarlarıymışçasına düşmanlık ve nefret besliyorlar içlerinde diye. Neden herkesin bir siyasi akıma gönül vermişliği yok da herkes partilerin diliyle konuşuyor diye. “Ben liberalim” “Ben sosyal demokratım” “Ben komünistim” “Ben muhafazakarım” demek varken neden insanlar “Ben A Partisi’ni tutuyorum” “Ben B partisini tutuyorum” diyorlar diye düşündüm. Neden yurdum insanı siyasi görüşüne yakın bir partiye seçim zamanı programına bakıp oy vermez de hâlâ “Ben A Parti’sinden başka partiye oy vermem” der diye düşündüm. Ama inanın bir cevap bulamadım. Hâlâ da ara sıra düşünürüm partisini koşulsuzca, hatalarıyla günâhlarıyla seven, tartışılmasına tahammül bile edemeyen, parti başkanını babasından daha bir güvenle ve inançla savunan insanlara rastladığımda... Ama zaman zaman Türkiye’deki bu ters işleyişe fazlaca kafa yorsam da bir şeyin değişeceğine inancım olduğundan değildir bu. Sadece düşünürüm işte...
“Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”* yazmış yazar, üzerine ne denir ki? Hem kuluz, hem gönüllüyüz, hem de sevmeyi biliyoruz be kardeşim! Hatalarla günâhlarla... Doğru bir şey bulamasak da seviyoruz... Ayrıca birileri benim gibi kafa patlatsa, okusa da bu işin ilmini bilmini, yine de sevmeye devam edeceğiz ya daha ne diyeyim?
* Etienne de La Boétie