Hiçmi yoktun yoksa şimdimi yoksun... Yoksul yüreğim sendendemi yoksun şimdi...
Uykusu kaçmış düşlerim; uzun karabasanlı gecelere esir düştü. İpe sapa gelmez bi kabusa dönüştü geceler.
Bitimsiz oldu karanlıklar. Vuruldu sol yanından senli hayallerim... Yokluğun, koskocaman evrende bir toz zerresi kadar bile olmadığımı anımsattı bana. Bu kadar küçülebilirmi insan, bu kadar eksilebilirmi kendinden? Yokluğunun isyanlarına karıştı yol yordam bilmez cümlelerim. Gel dememeliymiş insan gidenin ardından. Gitme demeyi öğrendi ayyaş yüreğim. Gitme demek için gitmeni beklememesi gerektiğini öğrendi... Ama geç kaldı. Bir varmış bir yokmuşlara gelmeden önce ezberlemiş olmalıydı!
Kalmanı beklemek, kalmanı söylemekten daha kolay gelmişti yüreğime bavulunda kalbinle şu kapıdan çıkarken. Gözyaşlarımı gizlemek için gösterdiğim çabayı gitmeni engellemek için gösterseydim gitmezdin biliyorum.
Şimdi yoksun ve yokluğunu kabullenmek gittiğini kabullenmekten daha kolay!
Ne çabuk kabulleniyor insan yalnızlığını. Ne çabuk giriyor yalnızlığın koynuna.
Ne kadar tanıdık geliyor çaresizlik. Ne kadar şevkatli görünüyor zaman. Sindire sindire nasılda sarıp sarmalıyor. Acımasız anıların fırsatçılığına rağmen nasılda kabuk bağlıyor yaralar. İnsanoğlu en iyi bildiği şeyi nede güzel yapıyor, nede çabuk unutuyor... Yaralarını yeni yaralara hazırlamak için nasılda kendisini zamanın kollarına atıyor. Acıya aşık yüreğim gidişinin şerefine yaralarına tuz basıyor bu gece. Dahada kanatıyor kendisini, kızgın şişlerle dağlıyor sensiz düşleri.
Ve acıya eşlik eden tek varlığım... Sabrım...Sabrım, Yakubun sabrını kendine nasılda hayran bırakıyor... ] ]
Hiç mi Yoktun/ Yoksa Şimdi mi Yoksun...
Acıya aşık yüreğim gidişinin şerefine yaralarına tuz basıyor bu gece. Dahada kanatıyor kendisini, kızgın şişlerle dağlıyor sensiz düşleri. Ve acıya eşlik eden tek varlığım... Sabrım...Sabrım, Yakubun sabrını kendine nasılda hayran bırakıyor...