Yazının başlığına bakıp, “kapı tokmağı ile görgünün ne alakası var?” diye sorabilirsiniz. Haklısınız da. Sonuçta kapıyı tutup çekmeye veya itmeye yarayan ya da içerideki kişilere geldiğini haber vermek için ses çıkarmasından başka ne işe yarar ki, kapı tokmağı…
Ancak eskiden kapı tokmağıyla görgünün çok alakası varmış.
Öncelikle ses duyurmak için de kullanılan çekecek veya şakşak denen ve değişik biçimler gösteren halkaların asıl kullanım amacı içeriye ses duyurmak olduğu halde, bu tokmaklar, sadece ses vermesiyle değil, görünümlerindeki estetik değerleriyle de belli bir devrin sanat zevkini, estetik anlayışını yansıtmaktaymış.
Ev sahibinin ince zevkini yansıttığı bu tokmak, çekecek veya şakşaklar, haliyle o ailenin ekonomik durumunu da yansıtırmış. Ancak en önemlisi ve yazıma konu olan bölümü ise gelen konuğun kimliğini belli edecek şekilde düşünülmüş olmasıdır.
Mesela kapının üst tarafına yakın ve büyük olan tokmak erkekler tarafından ve daha küçük olan ise kadın ve çocuklar tarafından çalınırmış.
Bu tokmak, çekecek veya şak şakın çıkardığı sesten, evin sahibi gelenin kim olabileceğini anlarmış. Buna göre de, eğer evde sadece evin hanımı varsa, kapıyı açmaya gelene göre uygun bir kıyafetle gidermiş.
Bu yapılan, ev halkına karşı bir nezaketmiş ve aslında hemen hemen hiçbir millette olmayan görgü kuralıymış.
Osmanlıda nezaket ve kibarlık hat safhadaydı. Birçok gelişmiş ülkelerin nezaket kurallarını, tavır ve davranışlarını Osmanlıdan aldıkları bilinmektedir. Bugün girmek için can attığımız Avrupa Birliğinin birçok iyi yönleri o zaman bizim atalarımızda varmış zaten.
Görgü, bir topluluğa ait uyulması gereken nezaket kaideleri olarak bilinir. Buna muaşeret, adab-ı muaşeret veya muaşeret adabı da derler.
İnsanların birbirinden nefret etmesi, kin ve garez gütmesi görgü eksikliğindendir. İnsanlar nezaket kuralları içinde davrandığında; Karşısındakinin, makamına ve mevkisine bakmadan, sadece ama sadece insan olarak değer verdiğinde, birçok olumsuz şey baştan engellenmiş olur.
Görgü, genel olarak okumuş insanlarda var diye bilinse de, aslında bunun okumayla direkt bir bağı yoktur.
Kaç üniversite bitirirsen bitir, ne kadar gezersen gez, ne kadar okursan oku, eğer bir toplumda, toplulukta davranışlarını kontrol altına alamıyorsan, öfkene hakim olamıyorsan, kızgınlığını gizleyemiyorsan ve ulu orta ne dediğini bilmiyorsan, bunu tahsil veya okuma engelleyebilir mi?
İnsanlar bir arada yaşamak zorundadır.
Bir arada yaşanırken de mutlaka bir birinin haklarına saygı göstermek, karşındakini küçümsememek, hor ve hakir görmemek gerekir.
Okumak, insanlara bir ayrıcalık katar.
Okumak insanların kültürlerini, bilgi ve görgülerini artırır.
Ancak, okumak aynı zamanda davranışlara da etki etmelidir. Düşündüklerini, yazdıklarını, okuduklarını harekete dökemiyorsan, Yunus’un dediği gibi “bu nice okumaktır”
Güçlü olan çok bağıran değil, güçlü olan çok hakaret eden değil, asıl güçlü olan susması gerektiği yerde susandır.
Atalarımız görgü kurallarını kapı tokmağına kadar indirgemişlerdi. Yani nezaket kuralı, adab-ı muaşerete o kadar dikkat ediyorlardı ki, kapının tokmağında bile bir görgü, bir kültür ve bir estetik vardı.
Şimdilerde bırakın kapının tokmağını, odanın en dip yerinde bile görgü arar hale geldik.
İnsanlar birlikte yaşadıkları, aynı havayı teneffüs ettikleri insanlara karşı nazik olmak, kibar davranmak zorundadır.
Bunun sadece okumayla yazmayla bir alakası olmasa da, aileden aldığı görgü, terbiye, ahlak ve sonradan öğrendiği bilgi, görgü ve kültürle alakası vardır ve en önemlisi de ince düşünmeyle, insanlara saygı duymayla ilgilidir.
İnsanları kırmak çok kolay, insanların kalbini parçalamak bir anlık, ama kalbi kazanmak, bozulanı onarmak bazen yıllarını alabileceği gibi, bazen ve en acı olanı da bir daha geri kazanamayacağındır…
Görgü kapının tokmağında başlar ona göre…
Görgü Kapı Tokmağında Başlar…
İnsanları kırmak çok kolay, insanların kalbini parçalamak bir anlık, ama kalbi kazanmak, bozulanı onarmak bazen yıllarını alabileceği gibi, bazen ve en acı olanı da bir daha geri kazanamayacağındır…