]
Hiçbir hayat sadece acı, hüzün, yokluklar, zorluklar ve zorunluluklar toplamı değildir, hiçbir hayatın sadece mutluluk, sevinç, coşku, huzur ve varlıklar toplamı olmadığı gibi…
Kendince bir dengesi ve çeşitli yüzleri var hayatın da…
Daha mı kolaydır hayatın karanlık yüzünü anlatmak, resmetmek?
Bu yüzden mi daha yatkındır kalemlerimiz hayatın karanlık yüzünü aktarmaya?
En ılımlı haliyle, anılara hüzün bulaşmıştır biraz…
Gülmece yazılarında bile trajik bir yan vardır…
Aşkın, insana kanat takıp, taçlandıran yüzünü fazlaca görmeyiz yazılarda, şiirlerde…
Oysa aşkın o büyülü ve coşkulu yanı yaşanmasa o kadar acıtır mıydı canımızı ayrılıklar?
Birliktelikler o kadar çoğaltmasa, taçlandırmasa bizi, o kadar eksilir miydik ve onca büyük olur muydu gidenlerin ardında kalan boşluklar?
O kadar sancılı ve yoğun yaşanır mıydı yalnızlıklar?
Mutlulukla kanatlanıp uçmasak onunlayken, yokluğunda kanar mıydı yüreklerimiz onca derinden?
Daha mı zor mutluluğu, coşkuyu,sevinci, huzuru anlatmak?
Veya aydınlığı kendimize saklamak bencilliği mi biraz?
Yoksa karanlığın, acıların, yaralanmaların, ayrı bir cazibesi mi var bizi sarıp sarmalayan?
Bundan mıdır karanlığı daha kolay anlatıp, paylaşmak?
Yenilenlere, yaralılara, acı çekenlere duyduğumuz şefkat gibi şefkat bulmak ve onları sevdiğimiz gibi sevilmek mi isteriz yaralarımız ve acılarımızla yoksa?
Kaybedince mi daha iyi anlıyoruz , kaybetmeden önce sahip olduğumuz değerleri?
Arkasından ağladıklarımız için, yanlarındayken yeterince gülmeyi becerebildik mi ağladığımız içtenlikle?
Yoksa gidenden geriye kalan boşluk ve yokluk mu onları daha değerli kılan?
Öyle zor bir bilmeceyiz ki; anlayabilsek anlatabilmek de daha kolay olacak şüphesiz…
Kim bilir, bize sunduğu her yüzüyle, hayatın değerini de, o bizi bırakıp gittiğinde gerçekten anlayacağız belki de ama artık yazacak ve anlatacak hiçbir şey kalmayacak…