Emily Bronte, 1818 doğumlu İngiliz edebiyatçı. Bir yazar ve şair.Seçtiğim bu şiir muhtemelen Anne ve Charlotte ile birlikte ortak yayınladıkları şiir kitabından. Tarih o zaman 1846... Bu şiiri seçerken anlam olarak ne ihtiva ettiğini bilmiyordum. Sadece şiirin adı beni bir şekilde kendine çekti ve bunu bir kenara ayırmış oldum. Üniversitede iken aynı yurtta kaldığımız sevdiğim bir arkadaşım, şiir çevirisinin çok zor olduğunu söylemişti. Ben uzunca bir zaman şiir kelimesinden ve o olağanüstü içeriğinden tuhaf bir ürküntüyle uzak durduğum ve o dev girdaba kapılık sürüklenmekten çekindiğim için bu söze o zaman fazla aldırmadım.
Bir de üniversitede İngilizcem pek iyi değildi. Daha doğrusu tüm dersler ingilizce idi elbette ama diğer dil olarak kuralları, grameri , yapısı ile dilin çepeçevre öğretildiği (veya bunun böyle olduğunun iddia edildiği) ingilizce derslerine türban problemleri nedeniyle giremedim doğru dürüst. Bu yüzden hep bir şeyler eksik kaldı bende. Dolayısıyla arkadaşımın söylediği o cümle benim dünyamda hiçbirşey ifade etmemişti o zaman.
Şimdi neden bu çeviri işine kalkıştığıma gelirsek eğer: sanırım hayatta benim için şiir ilk sıralarda yer almaya başladı ve dolayısıyla çeviriye bir şekilde bulaşmak zorunda hissediyorum kendimi. Sanki bu işi yapmak zorundaymışım gibi. Hayat öylesine süflileştirildi ki, bu bayağılıktan kendimi korumak için şiirin asil ve sonsuz dinamik revaklarına sığınıyorum. Bundan maada bu kadının ruh dünyasına girmek, onun iklimini solumak istiyorum. Çünkü şiire bir şekilde sığınan bir insanı tanımak olacak bu. Ondokuzuncu yüzyılda yaşamış bu kadın nasıl giyinirdi, nasıl konuşurdu, nasıl bakardı? Bu beni ilgilendiriyor. İlgilendiriyor çünkü sözün gücüne ve büyüsüne inanmış ve onun ruhani mıntıkalarında dolaşmış biri.
1837-1901 yılları arasındaki dönem İngiliz edebiyatında Kraliçe Viktorya dönemi olarak kabul ediliyor.Viktorya acaip bir kadın 18 yaşında tahta çıkıyor ve tam 9 çocuk doğuruyor. İşçi sınıfını önemsemiyor , yeniliklere kapalı ve kadınlara seçme hakkını bile vermek istemiyor.Bu dönemde çok ilginç ve dahası tutkulu anlatımlarıyla ön plana çıkan önemli kadınlar var. Elizabeth Barret Browning,Bronte kardeşler-Charlotte Anne ve Emily Bronte-,Christina Rosetti ve Emily Dickinson..Viktoryen dönem, geleneğe bağlı sıkı kuralları olan bir zaman dilimi. Kadınların sert korselere mahkum olduğu , sanatın belli ellerce hep kontrol altına alındığı , tutucu, baskıcı bir dönem. Elbette bu kıstırılmışlık ve bu baskı edebiyatı besliyor ve büyütüyor. Hep öyle değil midir zaten? Bu döneme ait yazarlar arasında Charles Dickens, Thomas hardy, George Elliot var. Bu isimler lise dönemimde kitaplarını zevkle okuduğum isimler. Belki bu yüzden bu isimleri gördüğümde bir yakınımı görmüş gibi olurum.
Emily Bronte, Wuthering Heights –Uğultulu Tepeler’in yazarı. Bu önemli romanı ömrünün bitmesine sadece bir yıl kala yayımlıyor. Bu roman bugün İngiliz edebiyatının klasiklerinden sayılır ve defalarca filme çekilmiştir. Birkaç film, radyo ve tv oyunları ve hatta müzikale ilham vermiştir.
Emily Bronte ömrünü sonlandıracak olan hastalığa tüberkiloza yakalandığında tedaviyi reddediyor ve o zaman yalnızca 29 yaşında. Bir yıl sonra ölüyor.Tedaviyi reddettiğini okudum bir yerde.Acaba doğru mu bu? Uğultulu Tepeler ilk yayınlandığında eleştirmenlerce olumsuz değerlendiriliyor.Tabi o zamanın şartlarında birdenbire sözlerini göğe kaldıracak değillerdi. Daha sonra klasikler arasına girdiyse de Emily bunu göremedi.(Belki de gördü, bunu da biz bilemiyoruz en azından buradan bir şey görünmüyor.) Asıl şaşırtıcı olan, baba evinden doğru dürüst ayrılmamış ve hiç aşk yaşamamış bir kadının böylesi bir başarıya imza atabilmesidir.
İlgilenenler için şiirin orijinal metnini alıyorum buraya.
no coward soul is mine -Emily Bronte (1818 – 1848)
No coward soul is mine,
No trembler in the world's storm-troubled sphere:
I see Heaven's glories shine,
And Faith shines equal, arming me from Fear.
O God within my breast,
Almighty, ever-present Deity!
Life, that in me has rest,
As I, undying Life, have power in Thee!.
Vain are the thousand creeds
That move men's hearts: unutterably vain;
Worthless as withered weeds,
Or idlest froth amid the boundless main,
To waken doubt in one
Holding so fast by Thy infinity,
So surely anchored on
The steadfast rock of Immortality.
With wide-embracing love
Thy Spirit animates eternal years,
Pervades and broods above,
Changes, sustains, dissolves, creates, and rears.
Though earth and moon were gone,
And suns and universes ceased to be,
And Thou wert left alone,
Every existence would exist in Thee.
There is not room for Death,
Nor atom that his might could render void:
Thou -Thou art Being and Breath,
And what Thou art may never be destroyed
Şiiri ilk kez okuduğumda dil normal olarak çok eski yankılandı bende ve bunu ilk defa deneyeceğim.Aşama aşama değerlendirmeyi.
İlk bölüm ikinci mısradaki “trembler” aklımda nedense hep anahtar kontak anahtarı şeklinde kalmış. Başka bir şey gelmiyor aklıma. Sözlüklere bakıyorum.Orada da aynı. Şu an için burayı kurgulayamıyorum tam olarak. Anlamı bir heykeli yontar gibi, elimde keski etrafında dönüp durdukça ortaya çıkacak. Henüz tanışma faslındayım bu mısralarla. Bir şiir çevirmek için dil bilmenin yeterli olmadığı gün gibi ortadadır. İkinci mısranın başındaki vain: ilk elde, boş- faydasız anlamlarına gelir ama gurur kibir anlamını da taşır. Şimdilik o da yüzünü göstermiyor peçesi sıkı. Ya da ben akıl edemiyorum.
Bu dilin Eski kullanımına güzel bir örnek sondan bir önceki kısımda “thou wert” ifadesi. Bu sanıyorum artık kullanılmıyor. Sözlükte eski ibaresi mevcut, internet sözlüklerinde bunu ben zaten bulamadım. “be” kelimesinin redhousedaki karşılığına bakarsanız; be: şimdiki zaman ı am ; he, she, it is; we, you, they are ; eski thou art.geçmiş zaman ı, he, she, it was ; eski thou wast; we, you, they were ;eski thou wert.(sözlüğümün kapağı yok çok eski heralde redhouse olacaktı sayfa 77.)
Şiirden aniden uzaklaşıp, sıyrılıp tamamen, sonra yeniden davranmalıyım.Yayı gerer gibi.Şiir okunu daha uzağa atmak için. Yapabilecek miyim bilmiyorum. Şimdilik bu sığ sularda demleniyorum. Şiir nazlı bir bebek gibi pek yüz vermiyor.
Yeniden okuduğumda ve dönüp durduğumda
Korkak bir ruh değil benimki
dünyanın sıkıntılı küresini çeviren bir anahtar yok
görüyorum cennetin ihtişamlı rengini
Ve parltıda inancın rengini de beni korkudan koruyan
Ey tanrım gönlümdesin
Ey her şeye gücü yeten ve hep varolan yüce ilah
Hayat , şu içimde onu soluklanan
Sonsuz bir hayat, gücünü içimde hissettiğim gibi
Boşlukta binlerce inanç var
Ki o insanın kalbini harekete geçiren; tarifsiz bir boşluk
Ölgün matem elbiseleri kadar faydasız
Yahut boş sözler o sınırsızın ortasında
Şüphe Bir kere uyanırsa
Senin sonsuzluğun bunu alıkoyar
Ve elbette bağlanır ve konaklar
Ölümsüzlüğün o metin kayasında
Her şeyi saran bir aşk
Senin ruhun hayat verir sonsuza dek
İşler ve dil verir ve dahası
Değiştirir,güç verir,eritir, yaratır ve büyütür
Ay ve dünya gitseler de
Güneş ve kainat dursa
Yalnızca sen kalırsın
Her varlık seninle var olur
Ölüm için bir oda yok
Ne de atom için döneceği bir boşluk:
Sen varlığın ve fısıltının yüceliği
ve senin yarattığın asla yok edilemez
Burada aniden biryere başımı çarpar gibi “main”in bir okyanus olduğu sonucuna vardım.Üçüncü kıta son kelime. O zaman “froth” da bir köpük olacaktı ve oldu. Yine de her şeye rağmen kelimeler gözüme gri görünüyor ve şiirin enerjisi düşük. Sanırım bu benim enerjimle doğrudan bağlantılı. Şu çeviri kokusunu silip atamıyorum sayfaya sinen.
Çeviride dil mükemmel bilinse de matematiksel uyumu yakalamak gerekiyor ki bu da ancak şiir yeteneği varsa kolaylaşıyor. Şiir yeteneği derken tam olarak kastettiğim; şiir okuma, sevme, ruhunda ona yer açma. Çeviride de normal bir metni kotatırkenki o kendini ele verme durumlarını engelleyemiyor insan. Israrla birebir çevirmeye çalışmak, hiçbir kelimeyi ıskalamadan, bu biraz bana göre şartlı düşünmenin bir sonucu. Hala “trembler”in titreyiş, ürperme olduğunu akıl edemiyorum bilmem kaçıncı okumada. İşte bu şartlanmışlıktır. Metni birebir çalışmaya çevirmek ona sadık kalmak, böyle bir inat eseri hırpalıyor. Onu sessizleştİriyor yeni dilin içinde. Devinimi azaltıyor. O devingen yapı bu inatla asla korunamaz.
Emily Bronte tutkulu bir kalem. Bu şiirden kolayca çıkarılır bu. Ben, bu denli dini motifleri olan bir şiir beklemiyordum, bunu daha lirik , romantizmin doruklarında salınan bir şiir sanmıştım.
Bu şiiri türkçeye çevirmek için bu dili bilmek gerekli fakat yeterli değil. Şiir dilini, o üst dili okuyabilmek ve onu yapısöküme uğratarak yeni bir dilde yeniden şiirle kurgulamak zorunluluk arzediyor. Bu noktada serazad gezip duruyorum. Nokta atışları yapıp. Kuş bakışı bakıyorum mısralara. Pike yapıyorum dikkatini çekmek için.Sanırım biraz yumuşadı bana karşı.Yavaş yavaş konuşmaya başladı.Kendimi şu anda Nazan Bekiroğlu’nun Cam ırmağı taş gemi kitabındaydı sanırım, ölü şehri konuşturmaya çalışan o kül rengi küçük kuş gibi hissediyorum ama elbette bu şiir son derece canlı. Şiirin son haline geçmeden önce sondan ikinci bölümde yer alan “suns and universes-güneşler ve evrenler “ ifadesine takıldığımı belitmeliyim. Fizik o zamanlar elbette bu kadar ileri değildi ve bu ifade dinsel bir tecrübe sonucunda ortaya çıkmış olabilir. Güneşler , yani birden fazla güneş olduğunu ima ediyor. Bu öylesine uçsuz bucaksız bir konu ki, düşünün bilim adamları evrende güneş sistemi gibi iki milyara varan rakamlar telaffuz ediyorlar, bazıları da sonsuzdur deyip aklını zorluyor insanın. İnsanlık tarihini baştan başa düşünürseniz hızla bu rakam artıyor. Düşünsenize bir zamanlar dünyanın öküzün boynuzlarında olduğuna inanılırdı. Şimdiyse gelinen yere bakın.Ben eğer bu kadın gerçekten dini bir okula devam ettiyse-kaynaklarda buna dair bilgiler mevcuttur- burada bilgi nevinden bir şeyler öğrenmiştir ve bunu içselleştirmiş olabilir. Bana kalırsa katı dini hayat , içi boşaltılmış şekilde verilirse insanı baskılamaktan uzağa gidemez. Fakat sufizmin yaşattığı şekilde öğreterek, sevdirerek yaşanırsa gerçekten olağanüstü deneyimler sunabilir insana. Buna hepimiz zamanla şahit olmuşuzdur. Ben özellikle şiirde sözün dua yerine geçtiğine inanırım.Burada dualarda ratlanabilecek duyarlıkta bir bağlılık, bir yakarma hali, bir sena ortaya çıkıyor.Yaratıcının kudretini, biricikliğini, eşsizliğini övme ve bundan ivmelenen bir cesaret. En sonunda yavaş yavaş kabuğunu kırdım ve ortaya şu çıktı:
Korkak bir ruh değil benimki
Ürpermez dünyanın kederli fırtınalarından
Görür cennetin ihtişamlı rengini
Ve o inancın görkemini beni korkudan koruyan
Ey tanrım gönlümdesin
Sen her şeye gücü yeten ve hep varolan yüce
Hayat ki, şu içimde seni soluyan
Ve ölümsüz olan senden aldığım güçle
Gururda ne çok inanç gizlidir
Ki o insanın kalbini kışkırtan; tarifsiz bir boşluk
Solmuş matem elbiseleri gibi hakirdir
Ya da sonsuz bir okyanusun ortasında aylak bir köpük
Bir kuşku dirildiğinde ansızın
kudretini bulur karşısında
Ve elbette dayanır ve bağlanır
Ölümsüzlüğün o azim kayalarına
Her şeyi kuşatan bir tutku bu heryeri
Sonsuzluk can bulmada ruhunda
Yayılıp çoğalmada büyütmede ve dahası
Değiştirip kotarmada yeniden yaratmada
Ay ve dünya yokolsa
Ve dursa bile güneşler ve kainat
Yalnızca sen kalırsın birtek sen
Her varlık her oluş senin adınla hakikat
Ölüm için bir yer yok
Ne de atom için geri döneceği bir boşluk
Ve der; sensin varlığın ve fısıltının anlamı
Bir de yok edilemez senin yarattığın o sonsuzluk
Şiirdeki uyağı bozmak istemedim, bunun için o müzikal sesini diri tutmaya gayret gösterdim. Kafiyeleri muhafaza etmek beraberinde elbette soğuk bir çeviri tadını bırakmış olabilir. Burada sadece bir paylaşımda bulunuyorum, olağanüstü bir şey değil bu yaptığım, çeviriye teşvik etmek amaçlı da düşünülebilir.
Şiirin kendi içinde o derin müziği bazen engin bir gök , bazen de şahlanan bir doru at. Ben yine de birşeyleri yanlış aktarmış, ifadeyi tam verememiş olabilirim biryerlerde...İnsan böyle bir şeyi okurken zamanda dolaşıyor adımları ve insanın ölümlülüğünde duraksıyor ve yazının ölümsüzlüğüne dönüyor yine. Hayat bir aktarım ve her an hiç durmadan değişiyor bir şeyler.Şiirin alt metninde mahrem bulunabilecek deneyimler sezinliyorum. Hani sufilerin sekr halinde söyledikleri türden ama bunun üstünü öyle güzel örtmüş ki bu ses sadece alt metinde duruyor üste çıkamıyor. Bir müzikte arkadan belirsizce yürüyen belki sadece bilinçaltı ile duyulabilecek ve bilinç tarafından algılanamayacak türden birşey bu…Orjinal metindeki uyaklara bakılacak olursa – bu dili hiç bilmeyen biri bile bu melodiyi duyacaktır- güçlü bir uslup bana kalırsa hem biçim hem biçem olarak benim seveceğim bir tür, tutkulu ve dirençli.
Bu metin hiçbiryerde yayınlanmadı.Sadece tek bir seferde biraz çalakalem yazıldı.Tashihe gidilmedi.Fakat şiirin çevirisi Aşkar dergisinde yayımlandı.Yazı kalitesiyle insanda hayret uyandıran bir dergi.internet adresi : askardergisi.com. Ben aboneyim , size de öneririm.