Bu Şehir O Eski İstanbulmudur?

Elini sokup yeleğinin cebinden bir avuç çakıl taşı çıkardı “sana bunları vereceğim , ama … eğer İstanbul beni sorarsa onu görmedim dersin” Taşları avucuma bıraktı, çantasını sırtlanıp ,ışıldağını söndürdü …

yazı resimYZ

*****BU ŞEHİR O ESKİ İSTANBUL’MUDUR ? -DENİZİN DELİSİ*****
(KIRLANGIÇ HATIRALARI – VI )

“Buraya atın oltaları, iyi çupra yapar bu saatlerde deniz” dedi selamımıza karşılık olarak.
Tıraşlı , temiz yüzlü biriydi, grileşmiş uzunca saçları vardı,ara sıra topluyor olmalı ki ,siyah lastikten bir toka takılıydı sol bileğine.Sıcak havaya rağmen son baharmış gibi giyinmişti. Tişörtünün üzerinde bir yelek, altında kot pantolon, ayakları çıplaktı . Hırpani giyimine rağmen hiçte öyle biri olmadığı belli oluyordu konuşma ve hareketlerinden.
“Çupra için yengeç takmalısınız oltaya, eğer yengeciniz yoksa toplarım size” sustu bir süre…”ileride ,kayalıkların oradaki kıyıda , yosunların arasında bolca var”…”iyi, toplayalım o halde” dedim. (yengecimiz vardı oysa)
İki bira çıkardım arabanın buzluğundan, ona uzattım birini “alkol almamalısın genç adam, arabanız var ve trafiğe çıkacaksınız” , “bu gece buradayız alkollü çıkılır mı trafiğe” dedim, gülümsedi “aferin sana arkadaş , yalnız birayı da fazla içme, mayalı biliyorsun, iyi değil mide için”
Yengeç toplarken konuşturmaya çalıştım, konuşmuyordu…sanki çok önemli bir şey yapıyormuş gibi konsantre olmuştu.Aklımdaki düşünce pekişmeye başlıyordu ( evet deliydi bu, hem de iyi bir deli. İnşallah zararlı değil, iş almayalım başımıza ) Yeteri kadar yengeç toplamıştık, torbaya biraz da yosun koydu “ölmesinler, artanını denize atarız”… Atarız… Çoğul konuşmuştu, galiba gece bizimle kalmaya niyetliydi …
Nasıl takacağımızı tarif etti yengeci.Biliyorduk, ama yinede dinledik. Birasının sonunu da içip “hadi size rasgele , ben yine uğrarım” … “teşekkür ederim, bekleriz” derken, dik dik bakıyordu bana arkadaşlar…
Deniz iyi çupra yapmıştı, haklıymış…bir de o hayasız isparozlar olmasaydı ne iyi olurdu, her atılan oltaya hücum edip oyalamasalardı bizi…
“Deli geliyor” dedi arkadaşların biri. Evet geliyordu ,gittiği yönün tersi istikametteydi bu kez, kim bilir nereleri dolaşmıştı, hem elleri poşetler doluydu…”mangalı yakmışsınız arkadaşlar, demedim mi bu saatte iyi çupra yapar diye”
“Bu ışıldak, bunu ileriye bir yere kuralım, gece sivrisinekleri uzak tutar bizden” haklıydı. Oltalarını çıkardı çantasından, bir de kitap vardı çantanın bir tarafında (DAS KAPİTÂL) …şaşırmıştık.Rakı çıkardı diğer poşetten ve kocaman bir torba buz ”şarap içerim genelde, ama balıkla rakı içmeli bu gece” ve soğuk mezeler almış ne varsa…
“İstanbulluyum aslen, daraldım, bunaldım,kaçıp buraya sığındım” dinlemiyordu diğer arkadaşlar, ben dinliyordum ve arada bir cevap verebileceğini tahmin ettiğim sorular soruyordum, soruyordum ama ,bazılarının cevaplarını yine kendim tahmin etmeye çalışıyordum.O susuyordu…
Sofra kurulmuş, balıklar pişirilmişti.Getirdiği bardaklara rakıları doldurdu, o ev sahibi biz misafirdik sanki.”Başlayalım arkadaşlar , soğutulmayı sevmez balık, afiyet olsun”… “ sağ ol” diye bağırırken hep bir ağızdan, asker sofrası geldi aklıma…
“İmbat ‘ı esmeye başladı Ege ‘ nin, sıcak hava artık rahatsız etmez” iyi biliyordu demek ki buraları.Bir kaç parça bir şeyler yedikten sonra bardağını dokundurup bardaklarımıza güzelliğimizi kutsadı…”şerefe”…”şerefe abi”
“yedi sevgilim kaldı o kentte”, “yedi tepe… her tepede bir sevgilimi ? “ dedim…”zeki çocuk “ diye gülümsedi…“Çok severdim ben İstanbul ‘u , halen severim ya… ama eskisi kadar değil. Bozuldu çocuklar hem de çok bozuldu, yaşanılası değil artık” biliyorduk bilmesine ya, bizimkisi çok dertliydi, demek ki bayağı bir dokunmuş.
“Mercedes’lere beyefendiler binerdi önceden, şimdi korkar olduk Mercedes’lerden, altın künyeli , altın zincirli , bıyıklı adamlar… Ben olsam çoban yapmam onları, birer çizgili elbise, beyaz çorap, dik topuk , sivri burun ayakkabı giyen başımıza baba olmuş …Her şey onlardan yana,kanun, nizam, yasa…hep onlara çalışır oldu” (Çok haklıydı. Ama , o babalar artık en küçük yerleşimlerde bile aramızdalar, biz istesek te istemesek te hayatımızın kâbusu olmuşlar) bir kadeh daha içti “ Baba dolmuş İstanbul, böyle miydi eskiden babalar? Beyefendiydiler ,her biri birer Giyom Tell’di, her biri birer Haywenhoo … Fakir babasıydılar , gariban babası. Yetimleri giydirir, açları doyururdular. Ya bu zibidiler? Çakal sürüsü bunlar…bunlar yetimin elbisesini alır oldular sırtından, açın ekmeğini…”
sinirleniyordu gittikçe…”Ya adam!! Madem köyündeki gibi yaşayacaktın ne diye geldin İstanbul‘a ? İstanbul ‘ u köy yapacağına, kal köyünde ,orayı İstanbul yap!! ) sanki orayı biz köy yapmışız gibi bizim yüzümüze bakıyordu dikine dikine… “Haksız mıyım çocuklar?”…” haklısın abi…”
“Sabahları motorlara binip geçerdik karşıya ,sırf heyecan olsun diye, şimdi o motorlarla mazot kaçakçılığı yapıyorlar ama onlar heyecan olsun diye değil... Dolmuşlarda böyle değildi , tosbağa ya benzeyen dolmuş taksiler vardı onlara kurulurduk.Hali vakti yerindeydi babamın, yinede araba almazdı, ne gerek vardı ki? Trende , dolmuşta, vapurda gazeteler okunmalıymış, o işin zevkiymiş …Haklıydı babam ,böyle kalabalık değildi ve her kes birbirini tanırdı sanki, saygılıydı herkes bir birine. Bir bayan ayakta bırakılmazdı, ama şimdi bekliyorlar ki bir bayan gelsin de taciz edelim ,bayanlar sokağa çıkamaz olmuş ”…Bazı anlattıkları günceldi, bazı anlattıkları bizim yaşça biraz uzağımızda, ne haklıydı, ne haksız, bilmiyorduk.Sadece dinliyorduk.
“Laila ‘ lar yoktu… Maksim ‘ de , Muazzez çıkacak diye hatırlı dostlar araya sokulup yer ayırtılırdı , beyefendi girilir, beyefendi çıkılırdı oralara “
“Yahya KEMAL ‘ i bilir misiniz ?.. Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” sarhoş mu olmuştu ne ? Konudan konuya atlıyordu…(haklıydı ama, İstanbul ‘ u tam anlatmaya kalksa ömür mü yeter? Özet geçiyordu sıkıntılarını ) “işte o baktığı tepe yok olmuş Yahya KEMAL ‘ in ve gonca gülünü bıraktığı kenti değil artık Nazım ‘ın” uzanıp bir sigara yaktı, derin bir nefes çekti içine…
Arkadaşlar sıkılmış olmalı ki kalkıp oltaların başına geçtiler, ben kaldım sofrada. O anlattı ben dinledim, o bağırdı, ben sustum…bazen ikimizde sustuk, sadece bardakların tokuşması bozar oldu yaz böceklerinin çığlıklarını…
Tarabya ‘ yı anlattı ,Kilyos ‘a ,Şile ‘ye gidebilmek için çektikleri zahmeti, ve o meşhur Süreyya plajını ve Büyük ada ‘ yı…
Kanlıca yoğurdu eski tadında ve kıvamında değilmiş , Boza ‘ nın tadını unutmuş Vefa ‘ lılar, sarhoş geceleri ayıltmak için Beykoz ‘ da paça yemeğe gidilmez olmuş artık…
“Bende az , çok bilirim İstanbul ‘ u ve bende çok severdim “ dedim abi ye… “gidiyor musun halen “ diye sordu “son yıllarda birkaç sefer gidebildim ancak” “ peki nasıl? “ dedi… “İstanbul çok güzel bir kızdı , güzel bir sevgiliydi”… bardağını tekrardan tokuşturup bir yudum çekti “eee şimdi nasıl peki ?” …”o güzel kız…o sevgili…izbe odalarda, kirli şiltelerin ucuz bir fahişesi olmuş “ dedim. Bir sigara daha yaktı…”biliyor musun” dedi, derin bir iç çekti ve devam etti “en son koynuna girdiğimde sevgilim İstanbul ‘ un… vıcık vıcık lahmacun kokuyordu ve loş bakıyordu gözleri ayrıldığımda” sonra kalkıp hızla ışıldağı aldı yerinden ve bana doğru geldi.“Sen İstanbul ‘ u tanıyorsun “ “ Evet “ dedim…Elini sokup yeleğinin cebinden bir avuç çakıl taşı çıkardı “sana bunları vereceğim , ama … eğer İstanbul beni sorarsa onu görmedim dersin”
Taşları avucuma bıraktı, çantasını sırtlanıp ,ışıldağını söndürdü …

Asi & Mavi

Başa Dön