Beklediğim acılar artık bitti. Asıl telaş bundan sonra başlıyor. Unuttuğum ve atladığım bunca kaygının arasında aşk sürekli benimleydi. O beni hiç unutmadı, yazgısını bırakır gider gibi yaptıysa da aslında gölgelerin içinde utangaç, sırasını bekliyordu. Her şeye alıştığım kanısına kapıldım, tepkinin nasıl verileceğini bile unutmuş olduğumu görünce dehşete gömüldü yüzüm. Oysa aşk; en ince dantelleri ören annemin okşayışında başlamıştı; bedenim hayata diklenirken giderek mağaranın içlerine kaçtım.
-Beni kollayan tanrı sizin de mi Tanrınızdı? Hüznü, umutsuzluğu bekleten onca yürek varken sorular kapılardan dönmeyecek miydi? Dönenler, bekleyenleri yerli yerinde bulmanın sancısıyla kendilerini topluma yeniden kazandırmak için maskeler ısmarladılar mı usta terzilere? Biriktirdiğim siyah-beyaz kareler, ince ezgiler, ağlatan dizeler olmasaydı kopar mıydı hayatımın bağı? Bu çağın karanlığı çokça aydınlatılmış olmasından çıkmamış mıydı? Yeni bir yol bulunabilir mi öfkenin sessizliğine? Yüreğimde biriken kinleri organize suç nöbetleriyle aklayabilir miyim?-
Duygusal olmak, benim için çok kolay. Anlatacak bir şeyleri olanlar beyinlerinde barındırdıkları o gizli sansürün titremesiyle bütün şarkılarda ağlamaya başlarlar. Bir süre sonra susacağım, her şey yerli yerine oturacak. Bilinmeyenin garip mutfağında hırsız adımlarıyla dolaşmak oldukça çekici. Kararlıyım; ölümün o güzel tınısını duyuncaya kadar bütün kederleri kendimle sürüklemeye.
İşte bu yüzden; yeni bir mecranın başındayım yine. Tutkularımın bilenmesinden, yüzümün aklığından, içimdeki şeytanın zorlamasından… söylenecek sözlerim henüz tohumlanma arifesinde; ben de Araf’ta olduğumdan yüzümü tüllerin ardından gösteriyorum. Ah, zavallı insan! Utan ve unut şimdi. Doğruların ayaklar altına alındığı çağın yapışkan tozu beni tanımanıza yetmiyor. Doğrul ey suç! Dua bittiği yerden başlayabilir.