Sabahlardan herhangi bir sabah, uykunun artık size ağır geldiği bir anda uyuşuk açarsınız gözlerinizi. İçinizi garip ve tanımlanması zor bir duygu sarmıştır. Uzun zamandır hep aynı manzarayla uyanan gözleriniz isyan edip, o ilk anı bulandırır. Pencereden usulca içeri giren güneşin ilk ışınları gözlerinizi kamaştırır. Yüreğinizi iç gıcıklayıcı bir his ağırlaştırmaktadır. Birden anlaşılmaz bir şekilde her şeyin sizi saran nesneler yığınından başka bir şey olmadığı düşüncesi usunuza saplanır. Her neyse deyip kovuvermeye çalışırsınız bu düşünceyi. Bütün tarihiniz o nesnelere dokunmakla geçmiştir ve hala ne olduklarına veya neden varolduklarına ait bir fikriniz yoktur. Yılların getirdiği alışkanlıkla, dışınızda sizi saran ve sararak belirleyen bu nesnelerle, tanımsız bir ilişki geliştirmişsinizdir. Dirimsiz ve durgun varoluşlarından aldığınız güçle hor gördüğünüz ama yine de dokunduğunuz nesneler duyularınızın hep bir adım önünde durarak aslında sizi hor görmekte gibidir. Her birini tanıdığınızı sanmanızın yolu onları adlandırma yeteneğinizdir. Oysa ki adsız bir yalnızlıktır, tüm bu çabalarınızın arkasındaki gerçek. Ve her sabah uyandığınız dünya, adlandırdığınız nesnelerin arkasına saklamaya çalıştığınız, bu adsız yalnızlığın dünyasıdır. İçinizi dolduran o duyguda, bazen dokunmakdan tiksinsenizde sizin yalnızlığınızı gizleyen nesnelerin tek gerçek şey olduğu düşüncesinin yarattığı, acı dolu duygudur..
Yüreğinizin de bir belleği vardır ve tüm sığası bile, tek bir an’ın yitikliğinde, kırılan bir umudun veya unutulan bir sevginin varlığını taşıyamaz. İnsan kırıla kırıla toplumsallaşa dursun yürek her kırılmadan sonra bataklaşmaya başlar ve gittikçe her yeni duyguyu yutar. Öğrendiğiniz şey yaşamdır ama unuttuğunuz şey yaşamaktır. Bir bakışa kanmayı veya tek bir anın özlemiyle günlerce uykusuz kalmayı unutmuşsunuzdur örneğin. Aldanışlarınızda çocuksu bir merak eksilir, ormanda gece olunca ormanı karanlık bir yalnızlık kaplar ve o yalnızlık geceleri de saran, sizi ötekinden yalıtan ölümlü varoluşunuzdur. Ertelemek zorunda kalarak unuttuğunuz veya unutmaya çalıştığınız şeyler, bilincinizin dışında size gülerler ki bu aşınan, kendi olabileceğiniz tek yerdir.
Uyandığınız sabah, bir bahar esintisi düşüyle uyanmış olduğunuz onca geçmiş sabaha göre, yüreğinizi kaplayan bir kara delik gibi tüm düşlerinizi baskılar. Terler içinde uyumaya çalıştığınız uzun gecelerin sonunda hep bir sabah, sizi karanlık geceden kurtarır oysa ki yine böyle bir gecenin sonunda sizi karşılayacak sabah, daha büyük bir karabasan yaratacak ve sizi karanlığın tam da orta yerinde kendinizle baş başa bırakarak, ıssız bir geceye kaçacaktır. Bir burgaç gibi yüreğinizi burkan sessizlik, sözlerin dokunmaktan kaçındığı, aşkın geri dönüşsüz yiten düşsel gerçekliğinin, yokluğudur.
Böylesi bir sabah da yitirdiğiniz şey demin gördüğünüz düşle uyandığınız dünyanın akıl almaz karşıtlığının sizde uyandırdığı katıksız inanma güdüsüdür.
Düşlerinizi süsleyen yolculuklar, sonunda neyin olduğunun asla bilinmediği gizem dolu yollardan geçer. Tüm sıkıntılar yerleşik olmakla ilgilidir. Ve yolcu yanında yalnız hüznünü taşır. Yaşamımıza giren tüm insanlar, benliğimize giden yoldaki istasyonlardır. Her birinden yeni şeyler alır ama illaki bir şeyler bırakıp gideriz. Yüzünü güneşe dönüp yol alan gezgin, sabahı hep yakınında yaşar. Bitimsiz ve karmaşık kurgusuyla yaşam her sabaha yeni bir anlam taşır ve yolcu anlama susuzluğunda kana kana içmektedir bu çeşmeden. Tüm anlamları saran gerçek, köksüz varoluşumuzdur. Gezgin yitirmez yalnızca ufukta gözden yiter. Bir adım daha atıp yakalamak zorunda kalacağınız hiçbir yerleşik doğru yoktur yollarda. Bütün yollar ötekinin yüreğinden teğet geçer. Onu sarmak ve kollamak zorunda kalmazsınız. Yapmanız gereken tek şey yüreğinizin belleğinde ona bir yer açmaktır. Sınanan tek şey, yola kattığınız şeyin ne kadar siz olduğudur. Her sabah deneyimlerinizin ağırlığından arınarak başlarsınız yolculuğunuza. Zamanla yolun sizi taşımadığını, sizin yolu içinizde taşıdığını anlarsınız. İşte o zaman yol, görevini tamamlar. Özlem duyarak uyandığınız yokluğun sessizliğinde, siz bir ses olursunuz. Ve yol boyunca o ses sözlere inerek sizi kurar. Düşlerinizi sizden alan ve sizi kendinizle baş başa bırakan acıların tek gerçeklik olmadığı, bunun bir dayatma olarak yaşandığını anlarsınız. Bütün soruların karşılığı olan yanıt, özlem duyduğunuz yokluğun içinden yeniden kurmak için ter dökeceğiniz yeni dünyanın düşündedir. Düşler siz onlara inandığınız sürece nesneleri örüp onlarında ötesinde, yeni ve geri dönmeyecek olanın simasında ki gerçeği var ederler.
Bu sabah uyanarak yaşadığınız dönüşüm sonuçunda anların içine yerleşmiş o çıkmaza kendi özgün yanıtınızı verirsiniz. Yüzünüzde bir tebessüm kollayarak yarattığınız kahkaha, uçucu varoluşunuzda keskin bir esriklik yaratır.Gözlerinizi kamaştıran ışık, pencereden içeri süzülen güneşin ışığı değildir, içinizden gelen en insani yaşama istemidir.
Karamsar tümcelerle başladığım yazımı bitirken kurguladığım bu metnin, yaşamda kendini bulmasını umuyorum. Bu anlattıklarımın rast gele yazılmış olsalar bile yine de bir şeyleri sizde uyandıracağını umuyorum. Bizi birleştiren şey birazda duyarlıklarımız değil midir? Hoşnutsuz olmak yetmez, eylemek de gerekir. Sorumluluk size dönük olan çağrıyı, karşılıksız bırakmama sorumluluğudur. Kısıtlı deneyimlerimden bana kalan ender doğru, size uzanan elin, insan kalmanızın tek yolu olduğuyla ilgilidir. Nazım'ın da dediği gibi “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.”