Ne zaman bir hastanenin önünden geçsem, içimdeki savruluşlar tutsak eder beni. Annemin rahatsızlıklarını, bu kahrolası adaletsiz, aşağılık dünyada, gücünün son zerresine kadar emeğini adamasını, hiç bir karşılık beklemeden yaptığı 'meleklikleri' hatırlarım...
Dünyada bulunuşunu; harcadığı tüm emeklerine rağmen acımasızca reva gördüğü haksızlıkları ve acıları hatırlarım daha sonra...
O'na layık olamamanın acısını unutmak için girdiğim tüm 'kimliksiz' yaşam alanları ve uğraşları, yüzüme bir tokat gibi çarpar...
O'na bir torun verememenin utancı, O'nu acımasız hastalık ve umutsuzluklarla başbaşa çaresizce bırakmanın utancı boğar beni gece yarıları...
Unutmaya çalışırım tüm bunları her gece... Bünyemin alkole sığınışını kimsecikler bilemez! Uyuyabilmek için ve kafama yapışan bedeli ödenmeyen utançlarımın durulması için ne kadar içsem de kar etmez çoğu zaman. Ve uykusuzluk esir eder beni. Uykusuzluk sarhoş beynimi bile esir eder...
Sonra o sözü hatırlarım, yenilgilerimi kabullenerek:
'Anne sen olmasaydın melekleri nasıl tanıyacaktım? '(Fatma K. Barbarosoğlu)
Hayatımız büyük yalanlarla dolu, büyük yanılışlarla... Örneğin en büyük yanılışım; acılarımı anneminkiler ile kıyaslamam oldu. Annemin, dünyanın adaletsizliğinin en büyük isbatı olan acılarını, içimde taşımaya gücüm yetmedi çoğu zaman. Ve kendimi adadığım 'acılarla' o acıyı gömmeye çalıştım. Yoksa boğulacaktım...
Bizler ele geçirdiğimiz 'suni ve hormonlu' güçlerimizle savaştık hep. Ve savaşmaya da devam ediyoruz güya!
Ya o bize melekleri tanıtan anneler ne yapsın? Savaşacak gücü nereden alsınlar?
Biz aslında 'yaşam denen savaşı' daha başta kaybettik. Dünya hayatının bir oyun-oyalanma olduğunu bile bile bir oyun oynadık. Sahte ve ikiyüzlü silahlarımızla bir büyük yalan savaşa atıldık.
Biz aslında savaşı kaybettik...
Ve melekler çekip gittiler hayatımızdan. Her bir tarafı yalan olan hayatımızdan...
] ]