“… Mustafa Kemal Atatürk,bugün bu saatte yaşıyor olsaydı, muhtemelen: AKDENİZ
DEKİ ORDULAR!!İLK HEDEFİNİZ, ANADOLUDUR! İLERİ!!!emrini verirdi...” “..Ülkenin deniz kenarındaki hemen hemen bütün şehirleri AKP
nin elinden geri alındı dünkü seçimde...
Ülkenin batısı Yunanistan doğusu Afganistan gibi... İnsanları da öyle... “
“… Ezici bir üstünlükle. Güneydoğu, Kürtler,...
Çok haklı olarak DTP de karar kıldılar.. Onlarınki de ezici üstünlük...”
“… Atatürk:Ben halkı niye dinleyeyim? Halk beni dinlesin!
diyen, cesur tip bir liderdi...
“… Deniz bey, Toplanalım psikolojisi
nde size destek vermekteyiz... Bölünmeyelim,ufalmayalım,ezilmeyelim, mahvolmayalım
psikolojisi... Ne sizin parti başkanlığınız, Kemal Kılıçdaroğlunun İstanbul liderliği , umurumuzda değildi ... Derdimiz endişelerimizdi... Ve onlar hala varlar...” “…AKP
nin yoğun olduğu yerler özellikle... Kadınlarımız etekle dolaşamıyor, marketlerde bira bile satılmıyor, bilim ve sanat zaten yok... tarikatlar çoktan almış başını gitmiş, dinci siyaset başa geçmiş... Neden??? Neden karşı siyaset üretilmemiş??? Neden sahaya çıkılıp bu mücadele verilmemiş?? Neden?? …”
Yukardaki marijinal satırlar bir politikacı veya köşe yazarına ait değil. O ifadeler Avrupa’ da bayağı isim yapmış, ancak ülkemizde ise daha ziyade sık sık benzeri siyasi açıklamalarıyla tanınan bir piyaniste,yani Fazıl Say’ a ait.
Türkiye’ de siyasî konjonktür ne zaman hareketlense, piyanistimiz Fazıl Say’ ı iki eli kanda bile olsa, gündeme inanılmaz bir heves ve heyecanla atladığını görüyoruz. Bu cümleler de 29 Mart seçim sonuçlarının belirginleştiği saatlerde, FazılBey ’ in alelacele eline kalemi alıp, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yazdığı uzun bir mektupta dikkat çeken , son derece bozuk imlalı ve Türkiye gerçekleriyle hiç bağdaşmayan bir takım subjektif tesbitler.
Piyanistimizin bu ifadelerini, cümle cümle ve toplu olarak irdelediğimizde :
Bir yerel seçimin ,Türk-Yunan savaşı ile kıyaslanması, CHP’ li seçmeni Türk, diğer partilere oy verenleri ise Yunan ordusu, Baykal’ ı Atatürk’ e, Erdoğan’ ı’Venizelos un yerine koymak, bir anlamda bölücülük değilmidir?
Ancak piyanistimiz kaş yapayım derken göz çıkarırcasına, Atatürk’ ün o meşhur komutunu ters yüz ederek; yani ” Ordular ilk hedefiniz Anadolu’ dur” demesi, ister istemez 9 Eylül 1922’ de denize dökülen palikaryanın, Anadolu’ya çıkmasını hatıra getiriyor. Zaten bay piyanist de bu sakat mantığıyla Ege’ yi Yunanistan’ a , Anadolu’ yu Afganistan’ a benzeterek maksadını iyiden iyiye ortaya koyuyor. Her halde bu benzetme akl-ı selim sahibi İzmir’ lilerce de kabul edilecek bir iltifat değildir. Çünki Ege’nin incisi İzmir’imizin halkını Yunanlıya benzetmek, en azından o şehire “ Gâvur İzmir” yakıştırması yapmak kadar, gaflet, dâlâlet ve hatta hıyanet çağrıştırmaktadır.
Bu günlerde Türkiye’ ye gelecek ABD Başkanı Obama’ dan özerk bir yönetim isteyeceklerini deklare eden ayrılıkçı DTP’ nin güneydoğuda aldığı sonuca da yorum getiriyor ve “ Kürtlerin çok haklı olarak ezici bir üstünlükle DTP’ de karar kıldıklarını” büyük bir keyifle ve onurla ifade etmekten de geri durmuyor.
Seçim sonuçlarından büyük keyif duyduğu imajını verse de, beyefendi nihayet antidemokratik söylemini, bu güne kadar hiçbir resmî kaynakta yer bulmayan, üstelik bu devletin kurucusu Atatürk’ e ait olduğunu öne sürdüğü bir cümle ile sürdürüyor ve âdeta “ Şecaat arzederken , sirkatini söyleyen” kişiyle benzeşiyor ve şu sözleri pervâsızca dillendiriyor:
“… Atatürk:Ben halkı niye dinleyeyim? Halk beni dinlesin!
diyen, cesur tip bir liderdi... “
Bu Atatürk’ e atılan büyük bir iftiradır. Vakta ki o günün konjonktür ve rejim şartlarında öyle söylenmiş olsun, bugünün Türkiyesi’ nde bunun tercümesi, “sandık, mandık hikâye, darbeyle falan bu cahil halkı gütmek gerekir” den başka bir şey değildir ki, bu düşünce Anayasal hükümler gereğince en ağır bir suçtur.
Sayın Deniz Baykal da, bir anlamda kendisine serzenişte bulunan, hatta siyasal beceriksizlikle suçlayan Fazıl Bey’ i onaylarcasına “düşüncelerini daha da bir ilgi ve dikkatle değerlendireceklerini” söyleyerek , sineye çekmiştir.
Bir sanatçının da ülkenin yönetimi ve buna ilişkin yapılan seçimler hakkında bir şeyler söylemesinden daha doğal bir şey olamaz. Ancak siz Türkiye’ nin oylarını lâik- antilâik, varoş-kent, ilerici-gerici gibi keskin hatlar ve bölücü gruplara ayırırsanız, tıpkı yaptığınız müzikte görmediğiniz kabulü, siyasi görüşünüzde de bulamazsınız. Üstelik Türkiye’ nin siyasi haritasına baktığımızda gelenekçi yapının yüzde 70’ lerde olduğunu, bunun dışındaki yüzde 30’ luk kitlenin içinde ise Fazıl Say gibi düşünenlerin ise yüzde 5’ i geçmediğini anlamak için kâhin olmak da gerekmemektedir.
Cebinde T.C. kimliğini taşımasına rağmen, İngiliz,Fransız ve Alman coğrafyalarında, o coğrafyanın sosyal hayatı, kültürünü yaşayanların bu gerçeği anlamamalarını da saygı ile karşılıyoruz.
Böyle bir hayatın Türkiye’ de de illâki yaşanması gerektiği ütopyası içinde olanların, istedikleri şartların bir türlü gerçekleşmemesi halinde, ya buna rıza göstermeleri veya ülkeyi terketmekten başka şanslarının kalmadığı da ortadadır.
Sonuç olarak, bu topraklarda yaşayan insanların siyasî,sosyal ve kültürel anlamda verecekleri kararlara herkesin saygı duymalarından başka çare yoktur. Yakın geçmişte Fazıl Say ‘ ın bu günkü düşüncelerine benzer söylemler le yöntem belirleyen parti ve liderlerin yedikleri tokatlar, hatta bir çoğunun siyasi mevta haline gelişleri gerçeği bütün tazeliğiyle belleklerimizde yaşamaktadır.
Avrupa" da Müzik , Türkiye" de Siyaset; Fazıl Say Her Zaman Bunu Yapıyor
Fazıl Say müzisyen olarak Batı' da gördüğü ilgiyi , Türkiye' de görmeyince, savunduğu marijinal söylemlerle gündeme gelmeye çalışıyor. Bunun için de Türk toplumunda kendisi gibi düşünmeyenleri aşağılıyor, onun da ötesinde onları neredeyse hainlikle suçlayacak noktaya kadar ileri gidiyor...