Hemen herkes o poşete bakıyordu. Garson, simitçi, ihtiyar keçiler bizim Rıfkı, Salih bütün aç gözler o poşete baktı. Masaya geldiğimde bizimkiler iyice bir gevşedi.Sordu Rıfkı "et mi, kıyma mı?.."Kıyma" dedim. "Hemde kuzu lan bu" diyordum. Salih pezevengi güldü: "Köfteyi bana bırakın, ben yaparım. Alkolden midemiz delik deşik oldu be... Kan kusmaya başladık, yeter artık"diyordu. Bana döndü sordu " kimi becerdin?."
"Kim olacakki bizim emekli Rüstemi" dedim. Düşündüler. Masanın altında duran poşetler titriyordu. Almancı olan mı yoksa kuruyemişçi Rüstem miydi bu allahın belası Rüstem?.. "Belediyeci lan" dedim. Hani bir damadı vardı. Hayırsız falan çıkmış lavuk onunla karşılaştım. Arada bir ona küfür etmem karşılığında gereğini yapacağını söyledi. Ücreti de bu şekilde ödeyecekmiş. Üstelik kızı bana vermediğine bin pişmanmış söylediğine göre" diye ekledim.
Salih çok memnundu: "Eğer küfürden sonra iki de tokat atsaydın seni pavyona bile götürürdü bundan eminim" diyordu. Diğer masada ki ihtiyarlar sürüsü bizi korku içersinde izliyordu. Bizim masaya bakıyordu gözler. Kahvehanenin yarısını onlar paylaşıyordu. Diğer yarısınıda bizim gibiler kapmıştı.
Emekli komser bizim işkenceci kemikkıran Mustafa amca ne kadarda masum öksürüyordu. Ağzından boşalttığı, tükürüğü, balgamı paltosunun iç cebinden çıkarttığı o torbaya dolduruyordu. Emekli itfaiyeci hırsız Cafer dede nasılda masum hırlıyordu takma dişlerini oynatırken. Efsane hırsız yangını söndürürken yükte hafif pahada değeri eşyaları nasılda kimseye fark ettirmeden çalmasını becermişti. O birikimler ile aldığı dairelerin sayısı?..Ya bize dehşet dolu gözler ile bakan o emekli bankacı, maliyeci...Ya fazla yalan söylemekten çenesinden felç geçiren avukat Şemsiye ne demeli?..
"Bakmayın lan şunlara. Gidelim bizim arsaya .Hepimiz hırsızız zaten. Var mı birbirimizden farkımız?..Yarım kilo et için yaptığımız mücadeleye bakın. Kalkın ayağa şerefsizler" dediğimde ikisi de ayağa fırladı. Sinirlerim bozulmuştu. Ellerimizde poşetler olduğu halde kahvenin önüne çıkmıştık. Salih bastonuyla, Rıfkı yalakalığıyla, ben öfkemle intikam duygularımla yürüyordum.
Yürürken yoldan geçen sefillerin bakışlarına aldırmadan bağırıyordum:
"Herkes önüne geleni şey ediyor. Yalan mı ulan. Yolda, çarşıda, metroda, markette herkes kadını, erkeği gözleriyle, sözleriyle beceriyor lan. Karı kocasını, patron işçisini, emekli yetimi, hoca cemaatı, yazar okuru...Öyle değil mi arkadaşlar?..Ama biz onlardan daha iyi insanız"diye haykırdım.
"Doğru söylüyorsun kardeşim.Hepimizin az çok bir günahı var. Geçenlerde camiye gideyim dedim. Gittiğime bin pişman oldum. Namazın tam ortasında yanımdaki adamla göz göze geldik" derken sustu Salih. Terliyordu. Mendiliyle alnını silerken tekrar konuştu: "Karısını becerdiğim adamla on yıl sonra üstelik orada karşılaşacağım, yan yana namaz kılacağım hiç aklıma gelmezdi anasını satayım" diyordu Salih.
Üzülmüştü Salih. Bende şaşırdım. Rıfkı ona moral veriyordu:
"Salih be kardeşim ne vicdan azabı çekiyorsun.O karıyı semtte becermeyen bir allahın kulunu göstersene" dedi.
Nihayet arsamıza o boş araziye girdik. Bir grup köpek bizi hırlayarak karşıladı.Etin kokusu daha şimdiden araziye yayılmıştı. Başka bir grup köpeği, bir hurda kamyonetin arkasında içerken gördük. Bizim Bayrampaşalı gençler Adnanların çetesi içiyordu. Hırsızlar, hapçılar bizi görünce ayağa kalktı.
"Abiler hoşgeldiniz" diyen sesler ve alkışlar birbirine karıştı.
"Afiyet olsun gençler" diyerek selamladık.
Bir ağacın dibinde şarapçı hayvan İrfan koca gövdesiyle, iki arkadaşıyla bağırıyordu."Ateş yanıyor beyler mangal yakmanıza gerek yok. Buraya yanımıza gelin isterseniz" diyordu.
Onlara gülümseyerek bağırdık: "Aç karnınzı doyurun lan.Size yedirecek bir şeyimiz yok" diyorduk.
Bir ağacın dibinde kendimize bir masa kurduk. Mangalımızı yakarken kadehlerimizi doldurduk. İnsanlar yavaşça, sessizce geliyordu.