Bu sevgi galiba çocukluğumda başlamıştı. Mahallemize haftanın belli günlerinde ayı oynatan çingeneler gelirdi. Mahallenin tüm çocukları büyük bir mutlulukla peşinden koşardık. Ben dahil bir çok arkadaşımız misket paralarımızı ayı oynatan O kara suratlı hırsız tipli adama verdiğimizde elindeki tefe hızla vururdu.
"Hade bakayım Bayram, hamamda karılar nasıl bayılırmış göster bakayım şu piç kurularına" derdi.
Zavallı sevimli ayı bir iki sopa darbesinin acısından olacak ki homurdanarak bayılma numarasını bizlere gösterirdi. Neşe içinde kahkahalarla gülerdik. Ben bazen fazla para verirdim. Sadece ayının tüylerini okşamak, onu yolmak için. En iyi müşterisi ben olacağım ki ayı oynatıcısı beni gördüğünde gülümser çağırırdı.
"Gel be karga suratlı kopil tüyünü çek biraz oyna" dediğinde bazen tüm gücümle yumruğumu sıkar, tüylerini kopartırcasına çekerdim. Hiç unutmuyorum bir günde babama çok yalvarmıştım. "Babacığım, babacığım nolur bana şu oyuncak ayılardan bir tane alsana, hem de en kocamanından olsun" demiştim. Çok geçmeden bir gün babam Sultanahmette dolaşırken dönemin hippilerinden birisinin elinde siyah tüylü oyuncak ayıyı görmüş. Adam hem gitar çalıyormuş, hem de sevgilisine sarıldığı halde elindeki esrarlı sigarayı içiyormuş. Bizim peder yarı kürtçe, yarı ingilizce o ayıyı istemiş. Turist;
"Children, children black bear" diye haykırdıktan sonra o siyah tüylü ayıyı babama iki şişe şarap karşılığında vermiş. Eve getirdiğinde çok sevinmiştim. İki kardeşimi de bu yüzden dövmek zorunda kalmıştım. Bu ayı benimdi, onu kimseyle paylaşamazdım. Birkaç dayak seansından sonra kardeşlerim ayımı bana bırakmak zorunda kalmıştı. Geceleri ona sarılmadan kesinlikle uyuyamazdım. Ortaokula başlayana kadar da onu bırakmadım. Kolu bacağı kopmuştu..Tüyleri paramparça olmuştu ama onu elimden bir türlü bırakmıyordum. Annem bir gün haberim olmadan onu çöpe atmıştı. Hüngür hüngür ağlamıştım. Annem babama çok kızmıştı:
"Bu çocuk kafayı üşüttü galiba arada bir şunu Gülhane parkına götür de biraz ayı seyretsin kendine gelsin" demişti.
Babam da "Allah senin belanı versin hadi Gülhane parkına gidelim" demişti. Bazen haftasonları giderdik. O kadar hayvan arasında tek ayıların kafesinin önünde zamanım geçerdi. Onlara bazen yediğim simitten bir parça, ya da elimdeki armutu verirdim.Ayıyı sadece orada görüyordum..Ama farkında olmadan ruhsal bir çöküntünün için girmiştim...
Orta iki'ye giderken hiç unutmuyorum birgün minibüste iri yarı sakallı suratı çok kıllı bir amca görmüştüm. Amca ne kadar da çok benim oyuncak ayıma benziyordu. Gözlerime inanamamıştım. Ona büyük bir sevgi ve hayranlıkla bakmaya başladım. Yanımdaki teyze kalkınca amca yanıma oturmuştu. Amcanın kolunu biraz kokladım. İnanamadım. Mahallemize gelen o ayılar gibi kokuyordu. Kokuyu içime sindire sindire çektim. Elim, ayağım titremeye başlamıştı. Onun sakallarını okşamak istedim, hatta birkaç tüyünü koparmak istiyordum. İçimdeki o dayanılmaz isteği frenleyemiyordum. Ama bunu nasıl yapacaktım.
"Şey amca" dedim "birşey sorabilir miyim?". Adam öbür tarafa baktı. Kimseyi göremeyince bana döndü. "Buyur yeğenim bana mı dedin?" diye sordu.
"Evet amcacım" dedim, "Ne güzel sakalların var, babamın sakalları gibi" sonra sustum. Amca meraklanmış olacak ki tekrar sordu.
"Eee ne olmuş peki?".
"Ama dedim benim babamın sakalları takma. Kendisi biraz kösedir de ondan amca. O yüzden takma sakalla dolaşıyor babam. Seninki de takma galiba öyle değil mi amca?" diye sordum.
Amca gülmeye başladı. O koca eliyle incecik omuzuma sertçe vurdu.
"Ne takması lan, biz delikanlı adamız, benimki harbi sakal, üstelik okunmuş sakal, inanmıyorsan elle de bak."
Sevincimden çıldıracaktım. Elimi hemen uzatıp sakalını okşamaya başladım. Arada bir tüylerini çektim. Bıyıklarını dahi okşuyordum. Amca konuşuyordu.
"Nasıl yeğenim, babanın sakallarına benzemiyor değil mi? Ulan yavaş çeksene canımı yakıyorsun, tamam ulan bu kadar yeter!" diye homurdandığında elimi yavaşça çekmiştim.
Öyle bir mutlu olmuştum, öyle bir haz almıştım, öyle bir duyguya kapılmıştım ki hala unutamıyorum. Bu olaydan sonra bende bir tuhaflık başladı. Ayı sevgim sanki değişik bir evreye giriyordu. Şimdiye kadar en zevk aldığım bir sahneyi yaşamıştım. Üstelik bu konuşuyordu. Artık oyuncak ayıyı, Gülhane parkındaki ayıları istemiyordum. Bu amca gibileri sevmek istiyordum. Gençliğimizin en serseri dönemlerinde bu zevki daha çok tatma fırsatı bulmuştum. Çok hızlı bir çetemiz vardı. Gaziosmanpaşa meydanında, Eyüpsultan'da, Bayrampaşa çevresinde sayısız kavgalarımız oluyordu. Çete üyelerine talimat vermiştim.
"Aman çocuklar, kıllı, sakallı, iri yarı hırpani, koca ayaklı amcaları özellikle istiyorum" demiştim. Kızdığım zamanlarda hemen birkaç kişiyi yaka paça yanıma getirirlerdi.
"Hey Raki tam istediğin özellikler de bu adamlar, şimdilik idare et, oyna bunlarla." derlerdi.
Çocukluğumda nasıl yaptıysam onlara da aynısını yapıyordum. Saçlarını, sakallarını çekerdim. Bazen oynatırdık. Bayılma numarası yap derdik.
Çok mutlu olduğum dönemlerdi. Yaşam şartlarından olacak ki bir süre sonra bu sevgiden mahrum kalmıştım. Esnaflık, particilik, dernekcilik falan derken sosyal yaşantımızda ister istemez bazı değişiklikler oluyordu. Hatta yaşam şartlarından olacak ki içimdeki o sevgi, o duygu yok olmuş gibiydi. Birgün parti toplantısında bakan ziyaretinde o sevgi yeniden patlama yaptı. Dönemin yetim Hüsnü'sü olarak anılan bir bakanı karşılamıştık. Bakan hepimizle sıra halinde tokalaşırken birden gülümsedi. Dişlerinin arasındaki koca marul parçası ağzından dışarı sarkmıştı. Yemekten yeni çıkmıştı. "Aman Allahım" dedim, "İşte yine karşımda benim oyuncağım" dedim. Sağıma baktığımda ilçe başkanımızı gördüm. Meğerse o da onlardanmış. İki yıldızlı bir komiser, evet o da onlardan. Alkışlayanların yarısı "Aman Allahım" dedim "Evet hepsi onlardan." dedim.
Ertesi gün ruh halim değişmişti. Artık çevreme dikkatli bakıyordum Yolda, çarşıda, pazarda. Dişiler de vardı. "Evet vardı."
Yıllar geçiyordu, televizyon ekranında onlar vardı. Arabeskçiler, popçular, gazeteciler vardı. Mecliste dolaşıyorlardı. Bazıları general üniforması giymişti. Avluda duranlar vardı, cenaze namazı için. Artık evden çıktığımda insanlara korku dolu gözlerle bakmaya başladım. Önümdeki taksi şoförü, kamyon kullananlar, kahvede pişti oynayanlar, tribünde bağıranlar, hemen her yerde vardı. İçimdeki sevgi, bir korkuya bir endişeye dönüşüyordu. Kafayı yediğimi düşündüm. Son sürat bir psikiyatriste koştum. Anlattım. Herşeyi anlattım. "Deliriyorum." dedim. Doktor bana çok dikkatli bir şekilde bakıyordu. Adamın dikkatini çekmiştim. Ben de ona baktım.
"Olmaz böyle birşey" dedim. Doktor da onlardan. Doktor bana gülüyordu.
"Evet, sen" dedi. "Biraz üşütmüşsün. Takma kafana, sen herhalde ormanda yaşadığının farkında değilsin. Bu ormanda yaşamak zorundasın. Senin yaşam alanın burası. Başka bir çaren yok. Türlerinle yaşamayı öğreneceksin. Senin hiçbir şey'in yok." dedi.
Dışarı çıktığımda durdum. Sevinmiştim. Ama korkmuştum.Düşündüm..
"Yoksa ben de mi?".