KARNEM SENSİN
aklığında aklımın ıslaklığı
yarasına sığmayan ömrüm
nane tohumu
kekik kokusu
dağlar kızı reyhan
suskunluğum
ve
malum bir cümle
sevmek
ve hüznü
bir dileğin paslanmasında asılı
yüz görümlülüğü gibi
kendimi
yenilmiş saymak
çoban dede yolunda
duldasız geçip gidenlerin
bitmiş masallarının tekrarında
artık bedenim
yanık çukurova tarlası
dalından düşmüş portakal
asidi yerdeki izi
uzaktan bakılan
şimdi içimde haşarı bir çocuk haylazlığı
yüzünün yüzüme değesi
ve
bir dokunsa
ellerin
bir baksa
gözlerin
şu çalı dibi yüreğimle
gözlerime kaçan kara tahta tebeşir tozuyla
çift yön bulvarların ortasındaki
ağaçlara tüneyeceğim
ilkokul
ikinci sınıf ödevini
anne babasına yaptırmış bir çocuk sevinciyle
parçaları birleştirip
elişi yapacağım
hayat bilgisi dersinde
‘’karnem sensin’’
ve
gözlerinde
bekletilmiş
gönlümü kaçırdığım
haziran kavuşması mihengi
keskin bir prenses hükmü
yalnız olduğumu düşündüğüm bu kentte
sana
geçmişten hep mektup yazmıştım
ki postacıda ihanet etmemişti
bana
çünkü ben hiçbir zaman göndermemiştim sana
beni yaşamdaki maskeli kuklalar yıprattı
oysa ben eskiden hep bir şeyler tutardım
hayaller dünyasından
yamacı dolu
ve
öyle güzeldinki
bakmaya kıyamazdım
‘’çünkü ben bakmasını bilmiyormuşum’’
geçmişin hüzünlü kulaklarında
pullarımda yoktu bir güneş gibi parlayan
bilirim
dalgalara karşı koyamazdım
ama
akıntının yönünü de değiştiremedim
kayaya takılıp kırılan bir balıkçının oltası gibi
gün gelir
gün gelir deyip
öyle dalardım ki,
gök eski göktü
güneş eski güneş
bir tek günün bölünmüşlüğüydü değişen
ardılım
ağıttan sayılmasa da
içime attığım
içime akıttığım suskun dualarla
suçunu bekletip
mezar kazıcılığına da soyunmuştum
ve bir kez gömmüştüm bir daha çıkarmamak üzere
elimdeki kâğıt peçeteye de yazmıştım
üstüme düşmüş kırılmış bir dalın
çözmeye çalışıyordum neden kırıldığını...
10-05-2008
kenan can yoldaşlar