Akşam altı sularında gelmiştin bana,
Elinde bir fesleğen saksısı
Kapımda sırılsıklamdın.
Uzun zaman sonra ilk kez gördüm seni,
Şaşkındım, sormadım neden geldin diye.
Belki sorsamda cevap alamazdım hani
Suskunduk ikimizde
Konuşacak ne az şeyimiz vardı, ne çok
Sorulacak hesapların hepsi çok önemsizdi
Sen hiç gelmeyecektin, demedim
Sen de kapıyı açmayacaktın, demedin
Ödeşmiştik aklımca, aklımızca
Ve o susmak zamanındaydık
Aramızda, bir ayrılık tortusu vardı
Bir de saksıdaki felseğen kokusu,
Ne ben içeri gel diyebildim,
Ne sen girebildin
Bir kapı vardı aramızda
Ama ne kapı!
Aşılmaz dağlar kadar büyük,
Kanyonlar kadar büyük
Özür dileyemeyen dudaklar kadar
Gurur kadar büyük bir kapı
Ve o kapının iki yanında biz
Yeniden,
Hani o son günkü gibi
Herkes aynı yerinde durmuş
Tek fark elindeki fesleğen
İlk sözü o söylesin diye beklerken
Aşkı ahmakça, aptalca feda eden biz
Ve o söylenmeyen sözcükler
Tam kapıya bıraktığın saksı
Almadım onu yerinden
O fesleğen saksısı günlerdir kapı eşiğinde durur
Belki gelir de onu içeri alırsın diye
Her gelen giden bana onu soruyor
Cevap vermiyorum kimseye
Zaten birkaç gündür sulamıyorum da
Tıpkı kalbim gibi,
Öylece kapı eşiğinde durur
Fesleğen kurur,
Kalbim kurur,
Sen geri gelmiyorsun diye...
Fesleğen Saksısı
İlk sözü o söylesin diye beklerken / Aşkı ahmakça, aptalca feda eden biz / Ve o söylenmeyen sözcükler /