Propaganda

İsmet Özel'in yıllar önce yazdığı bir şiir. İnsan değişmiyor. Köleler aynı köleler, karavaşlar aynı karavaşlar, hayaları burulmuş ya da burulmamış olanlar; yani ayakları yıkananlar ya da ayaklarını yıkatanlar altın leğenlerde, hatta altın kaplama klozetlere sıçanlar aynı kalıyorlar. Zaman ve bilim ilerliyor, ama aptallık ve iradesizlik baki kalıyor.

yazı resimYZ

Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak şeymi duymak portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca:
Gördüm
gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını
düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.
Susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
Gelin ve boğdurun bu köleleri."

İsmet Özel'in yıllar önce yazdığı bir şiir. Insan değişmiyor. Köleler aynı köleler, karavaşlar aynı karavaşlar, hayaları burulmuş ya da burulmamış olanlar; yani ayakları yıkananlar ya da ayaklarını yıkatanlar altın leğenlerde, hatta altın kaplama klozetlere sıçanlar aynı kalıyorlar. Zaman ve bilim ilerliyor, ama aptallık ve iradesizlik baki kalıyor.

Hayatında bir kez uçağa binmemiş, evine ekmek alacak parası olmayanların, havaalanlarını filmlerde ve resimlerde görmüşlerin havalimanı yapılmasına sevinmeleri... Hiç İstanbul görmemişlerin bir köprü ve kanal için mutluluk gözyaşı dökmeleri... Yine İstanbul görmeyenlerin İstanbul'a yapılan milyarlık camiye sevinmeleri... Yapılan her tür pisliğin üstünün, kılınıp videoya çekilen ya da fotoğraflanan iki rekât namazla kapatılmaya çalışılmasına duygulananlar... Her bir parçası başka bir yerden alınan malzemelerle yerli üretim diye gösterilen araçlarla milli duyguları körüklenen duygusallar... Biri paraları hak etmediği kadar elde ederken, hak yemeği meşru bir işmiş gibi gösteren ve "Şimdiye kadar onlar yedi, biraz da bunlar yesin" diyecek kadar kendi hakkından, millet hakkından ve üstünde yaşadığı ülke hakkından vazgeçen karaktersizler... Daha kimler kimler bu vatanı hiçe sayan nankörler ve alçaklar...

Bütün bu yozlaşmışların düşünce ve zihniyetlerinin yaşaması için toplumu ötekileştirme yolunda her yolu deneyen onursuz namus tüccarları... Başı açıklığından dolayı hakarete uğrayıp darp edilen kızlar, şort giyinmesi bahane edilerek tekmelenen kızlar, kısa etek giymesi nedeniyle otobüste tokatlanan kadınlar... ne korkunç bir manzara; bana 28 Şubat namussuzluğunu anımsatıyor hep. Bugün bu kir ve pislik kokan bir yaşantıya maruz kalıyorsak eğer, bunun nedeni o gün sözde din düşmanlığı yaparak bugünün yaşanmasını hazırlayan o vatan ve millet hainleri, ki onlar Mustafa Kemal düşmanlığı yaptı ve bugünkü iktidarı yarattılar.

Biri yaparken suç olmayan birçok şey, birileri konuşurken hakaret ve suça dönüşmüş oluyor. Eleştiri ve yanlıştan dönülmesi için uyarma dikkate alınmadı, alınmıyor da iktidarca. Söylenen her sözün nasıl hakaret sayılması gerektiğinin hesapları yapılıyor.

İhtiyat bütçesinin bile bitirildiği bir zamanda sığınılan iki husus var; biri dış güçler her şeyi engelliyor ve ekonomiyi çökertiyor, diğeri ise dünyaya musallat olan bir virüs var ve bütün dünya ekonomik krizde...

Dünyanın kullandığı iki para birimi; dolar ve euro. Bir maliye bakanı kalkıp, "Sizin dolarla ne işiniz var? Siz dolarla mı maaşınızı alıyorsunuz?" demesinden daha korkunç bir mali yorum yapılabilir mi?

Bir devlet ki, kendi düşmanını kendi yaratıyor ve bu yarattığı düşmanı besleyip, sonra da onunla mücadele vererek, kendini kahraman sayıyor.

Hangi akıl, seçim propagandası için bir devlet televizyonuna çıkarılıp konuşturulan bir teröristtin birkaç yıl sonra öldürülmesinin boyun borcu olduğunu söyleyecek kadar çark etmeyi meşru sayabilir? Hangi akıl, bu enteresan oynaklığı mükemmel sayıp, sorgusuz sualsiz bu varlıkların makamlarında kalması için dua edip ağlayabilir?

Kan ve irin kokan her yerde İslam ve Türk adı geçmeğe başladı. Acaba bunun bir yıkım ve nefret oluşturma politikası olabilme ihtimali üzerinde hiç düşünüldü mü?

Terör besleniyor, teröristlerden oluşan ekipler en önemli makamlara atanıyor, tabiri caizse, "Çulsuz" denilecek kişiler ülkenin en zengini konumuna getiriliyor. Ülkede ne kadar sanayi kuruluşu varsa sırf aracı firmalar para kazansın diye yok pahasına satılıyor. Ormanlar, meyve bahçeleri maden arama adı altında talan ediliyor.

Daha da garibi Türk kavramı nefretle karşılanıyor. Kiminin ayağının altında, kiminin kıçının altında kalması için çaba gösteriliyor. Kurumlardan bu ad kaldırılıyor. Okullarda çocuklara söyletilen andımız bile bu kişileri olağanüstü rahatsız ediyor. Bunca hazımsızlığın gerekçesi acaba nedir?

Bütün bunlar bilinir ve görülürken kendilerine milliyetçi, Türkçü diyenlerin, bunlarla yol arkadaşlığı yapmalarına neden olan gerekçe nedir?

Terörist diye ilan edilen bir partinin kapısında bekleyen o garibanların çilesi nedir? Teröristten merhamet dilenmek ne acı bir şey. Devlet görevini yapamadığı ya da yapmadığı için, aileler kalkıp teröristlerin merhametine sığınarak çocuklarını geri getirmelerini istiyorlar. Bu utanç verici durumdan iktidar nasıl faydalanacağının hesabını yapmaya kalkıyor.

Diyarbakır ve Suruç olayları... Açılım adı altında teröristlerin silahlanmalarına göz yumuldu. Dağda bayırda dolaşan eşkıyalar davul zurna ile karşılanarak, çadır mahkemelerinde beraat ettirilip, kentlere sokulmasaydı Diyarbakır ve Suruç'ta onca sivil, asker ve polis ölmeyecekti. "Kendin pişir kendin ye" mantığıyla düşman var edildi, sonra da düşman üzerine yürünüp, başarı sağlanmış görüntüsü oluşturuldu. Bu alçaklar il ve ilçe girişlerinde ellerinde kaleşlerle kimlik kontrolü yaparken, sanırım iktidar nereye, hangi sarayı yapması gerektiğinin görüşlerini kendi atadığı akademisyenlere sormakla meşguldü.

Ben de İsmet Özel gibi düşünüyor, onun gibi konuşuyorum sanırım. Onunla bitiriyorum içimdeki kahreden bu duygu tasvirlerini.

"...
Susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
Gelin ve boğdurun bu köleleri."

16 Nisan 21
Gölcük

Başa Dön