Saat en az on buçuk olmuş olmalı ki, karanlık çökeli çok oldu ve hava da biraz serinledi, ama gün doğumuna da çok var. Saatim uzun zamandır, on sekiz otuzu gösteriyor. İyi ki akrep ve yelkovanlı bir saatim var, dijital olsaydı onu da göstermeyecekti. İki defa doğruyu gösterdiğinde gün geçmiş oluyor. Böylece uzun zamandır burada yalnız olduğumu anlayabiliyorum.
Benim mi? Bir kadının sıcaklığını hissetmeyeli bir buçuk sene, işsiz yaşamaya başlayalı tam bir sene, evdeki kıymetli şeyleri satmaya başlayalı dört ay oldu. Değerli eşyaların tamamı biteli iki ay geçti ve üç gündür sokaktayım. Okuyup bitirdikten sonra ekmek almak için satacağım bu kitabımın bitmesine ise yüz elli sayfa var. Yani sabah olmadan bu kitabı, sırf şehir dekorasyonu olsun diye ışık yayan bu lambanın altında bitirmem gerekiyor.
Sokakta yaşamanın en zor kısmı, gece uyuyamamak, ben de bütün gece kitap okuyor, gündüzleri uyuyorum. Henüz daha kıyafetlerim eskiyip çok kirlenmediği için polisler oradan buradan kovmuyor, en fazla, Hemşehrim burası otel odası mı? diye soruyorlar. Bense hayal gücümün derinliğine güvenip çok net bir cevap veriyorum, Öğlen ayran içtim de, güneşi de görünce içim geçmiş. Sağ olun memur bey Diğerleri gibi beni hırpalamıyorlar da, ancak permatik alamayalı da çok uzun olduğu zaman beni de diğer sokaktakiler gibi biraz darp etmeye başlayacaklardır.
Yalnızım dedimse de o kadar değil, tüm gün dışarıdaysanız hep yeni arkadaşlar edinirsiniz. Geçen gece Haşim ile tanıştık. Ankara sokaklarında, onu muhakkak görmüşsünüzdür. Çok yaklaşmamıştır size. Çünkü sizin gibi evi, ailesi olanlardan korkuyor. Beni görünce bile biraz şaşırdı.
Pazar veya Pazartesi akşamıydı, yine bu sokak lambasının aydınlattığı, parkın sote köşesinde oturmuş, sanki kendi vicdan muhakemem bitmiş gibi, Henry Chinaskinin alkolik cinsel sorunlarıyla uğraşıyordum. Bir gölge hissettim arkadan. Sokakta gece vakti biraz rahata ererseniz arkanızı kollamanız gerekir. İrkildim. Işık çehresini iyiden iyiye gölgelendirecek kadar yakınlaşınca ister istemez korktum, ama o hiçbir şey yokmuş gibi salına salına yürüdü ve yanıma oturdu.
Yeri eşeledi, az tükenmiş bir sigara buldu. Kalın, sivri, kısık, çatlak bir tonda Ateş dedi. Sokakta yaşarken en erken öğrenilen kurallardan bir diğeri de şudur; her şey bir zaman işe yarar, yani birilerinin ceplerinden düşen her nesne kullanılabilir. Sigara kullanmıyordum ama önceki sabah kenara atılmış bir kibrit kutusu dikkatimi çekmişti. Kutu ezik büzük olsa da kibrit yanardı. Belki biri sigarayı bırakmıştı ve atmıştı. Kutuyu düşürmüş veya kükürt kokusundan sıkılıp çakmağı tercih etmiş bile olabilirdi. Çıkardım cebimden, Ateş sözünün gereği, gözleri gölgeli adama uzattım. Bir tane çıkardı. Sigarayı yaktı. Sonra kutuyu cebine koydu. Yanan kibriti de ağzında oynamaya başladı.
Adın ne? diye sorarken elimi uzattım. Gölgeli suratında çok az belli olan gözleriyle hiç kafa yukarı kalkmadan hafifçe elime baktı, konuşmadan tekrar önüne döndü. Sakalını yarım eldivenli elini göstererek kaşıdı. Sanki Buralarda yenisin, kibrit bulacağına bunlardan bul, önümüz kış, der gibiydi deneyimli sokak adamı. Haşim, der gibi bir ses çıkardı. İsmi de sesine yakışır şekilde haşin çıkmıştı ağzından. Seninki ne filozof? diye sordu. Filozof mu? İşte ilk lakap da takılmıştı. Hoş geldin yeni arkadaş.
Önce Sokrates geldi aklıma, sonra da henüz sakalsız olduğum. Yunan heykellerine bakılırsa, filozoflar yanımdaki gibi saçı sakalı karışmış sokak adamlarından, askerler ise tıraşlı ve güçlü görünümlü insan irilerinden oluşurdu. Bir an Ben miyim filozof sen misin? Şu tipe bak, diyecektim, sustum. Çünkü bu sohbet fazla lafı kaldırmazdı, sessiz ve bol düşünceliydi. Çünkü bir lakırdı etmek için çok zaman vardı ve cevabım da gecikmişti, fakat bu ikimiz için de sorun değildi.
Bana neden filozof dedin? İlk defa görebilmiştim gözlerini. Çizgiler sertçe çizilmiş bıçak yaraları gibiydi, ela gözlerindeki yorgunluk hissediliyordu. Gözlerdeki ifade ya aşırı anlamlıydı ya da tamamen anlamsız. Bakışındaki hayat anlayışı herkesinkine benzemiyordu ve suskun değildi asla. Mesela bir mühendis kadar sıradan ya da memur gibi durağan, dertli değil, göl kıyısında fırtına çıkmış gibiydi. Doğal, sıradan ve sürekli gördüğü biriymişim gibi umursamazca soruma cevap verdi.
E, kitap okuyorsun. Kafayı yine önündeki Arnavut kaldırımı gibi dizilmiş, küçük kesimli Ankara taşının arasında gezerek kırıntı arayan karıncalara dikti. Ben ise istemsizce gözlerimi kaldığım yeri unutmamak için arasına yaprak koyduğum kitaba çevirdim. Bu son kitaptı ve ben daha sonraki günlerde etrafta dolanıp, kapı önüne konmuş kitaplar bulmam gerekliydi. Bulamazsam son umudum Olgunlar Sokaktan çalmak olacak. Ben okumayı seven filozof, iyi yetiştirilmiş bir sokak adamıyım artık. Tabi bir de ekmek almak için kitabı bitirip satmam gerekecek.
Hmm diye gürledi yeni arkadaşım. Şarap bulalım. Ben ekmeğe razı olsam da biraz lüks fena olmazdı. Ayağa kalkıp yırtık montundaki külleri silkeledi, hiçbir şey söylemeden yürümeye başladı. Bir süre yavaş ve sallanarak yürüdükten sonra arkasını dönüp Bekle filozof, dedi. Bekliyim de neden? Şarap istiyor muyum, onu bile bilmiyorum, hatta geleceğinden bile emin değildim, ama kitap da okumak gelmedi içimden. Zamandan haberim olmadan öylece durup onu bekledim. Her çıkan hışırtıda onun geleceğini sanıp kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Sanki hipnotize olmuş bir alkoliktim ve tek umudum Haşimdi.
Biraz bulvara doğru yürüdüm. Bu tarafta şarap bulunacak yer yoktu, öbür tarafa gittim. Orada bir yer var, ama sahibi çoktan dükkanı kapamıştır. Zaten bu adama kim şarap satar, bizim dükkana girse önce kovar, ısrar ederse polis çağırırdım. Güvenlikler pasajın kapısından girmesine izin vermez.
Bir zaman sonra sakalları kafasından büyük gölge yapan, yüzü görünmeyen, ama mantosundaki yırtık uzaktan bile belli olan adam, iki elinde birer poşetle yaklaşıyordu. İyice yaklaştığında, yanıma oturması için taştan bankın kenarına kaydım. Boşalttığım yere bir şişe şarap ve yarım ekmek koydu. Şarabın plastik mantarı açılmamıştı, etiketi yoktu. Ekmek ise taze görünüyordu. Ekmeği uyurken kafanın altına koy; kuşlar, kurtlar musallat olmasın dedi. Geldiği yönün tersine devam etti. Giderken önce elindeki şişeyi kafaya dikti. Sonra mantosundaki tozları silkerken sendeledi. Arkasından umursamaz bir şekilde bakıp şarabı nasıl açacağımı düşünmeye başladım. Bu garip sokak adamı geri gelebilirdi, ama gelmedi. Kitabım, ekmek, şarap bir de ben yalnızdık yine
İyi adammış, uzaktan yine geliyor işte, hem de lafının üzerine. Sakalı kafasından büyük adam yaklaşıyor yavaşça, fakat orada bir sorun var. Ya sakalları iki günde beyazlamış olmalı ya da bu başka biri. Yok yok bu Haşim değil, boyu daha kısa, daha yaşlıca Biraz yer vereyim sokak tarafından yanıma otursun.
Merhaba ismin ne?
Haşim kadar abartamasam da solgun bir sesle cevap vereyim, malum ses tonum önemli. Filozof, ya senin ki ne Karl?
Bir Yer Verdim Sokak Tarafından
O kadar da yalnız değildim canım, sokak tarafından arkadaşlarım vardı. Yine de bazı şeyleri, içten yapmak gerekir.