***İçinizde şimdiye kadar Zahrad’ı okumayanlarınız mutlaka vardır..
/Onun yüreğinden geçen yolları anlamak oysa ne kadar kolaydır.. /Kendini kurban edilecek bir hayvan yerine koyupta, yaşadığı geriye dönülmezliği, hayata dair sahiplenilen bir aşk’ı, o en son anı, hiçbir arzu duymadan yaşatabilmek ne büyük bir duygudur.. Aşkta geriye sayımın her saniyesini yavaş yavaş tattırır okuruna.. Kelimelerse bir ucunda, aslında yaşama duygusunun içine düştüğü sınırsız bir boşluğu yansıtır.. Her şiirin bir sahibi mutlaka vardır.. /Her şairin duygularını boşaltan bir sebepleniş.. Oysa yaşamak dediğimiz olgu, içine aşk katılmış bir karışımdan başka öğelerde içerir çoğu zaman.. Her ne kadar biz, aşktan başkasına varmasakta..
“Dört koyundular/ İlkini kestiler önce/ İkincisini haklarlarken tam/ Kaçmayı denedi üçüncüsü/ On metre gitti gitmedi/ Enselediler/ Ben o üçüncüsünün etinden yedim/ Yaşam tadı vardı”
..
Günlere bölünmüş bir zaman, içinde çoğalmaya çalışan binlerce
umutla.. Yaşamak vardı elbet..Yalnızca yaşamayı aşk bilerek değil, ama sürekli bir sevdayla..Standartlara kaydırılmış bir hayatın farklı kulvarlarında.. Yalnızlıkta bir o kadar ..
Zahrad’ın şiirlerinde, hayata sarılmanın verdiği büyük heyecanı ve aşk’a dair dile getirdiği
küçümsenmemiş her coşkuyu nasıl da bütünleştirdiğini hemen hissedebiliyor insan..Kolay olmayan bir duyarlılıkla işlenmiş cümleleri arasında okur, kendi varlığının farkına varmakta gecikmiyor..Kendi dilinin ötesinde hemen hemen herkesin düşlediği bir sevdayı, naif tutkulara dönüştürebilen şiir yapısıyla, apayrı bir istanbul aşığı Zahrad.. Peki ya, Zahrad’ın kelimelerinde çoğalan aşkları..Yalnızca insan mı..***
****“Ve çiçekler arasındaki erik ağacı/ Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü/ Güneş ki olduracak meyvasını/ Yağmur ki besleyecek meyvasını/ Meyva ki sürdürecek erik ağacını/ Ağaçlar ki çiçekler arasında/ O ben’im işte/ Ve meyva ki güneş kokar/ Usulcana erir ağzında/ Ve bir an emip de çekirdeği
ni/ Ya yere atarsın ya da denize/ O çekirdek ki mutlu/ O ben’im işte..
Şiir üzerine yazılmış yada söylenilmiş birçok düşüncenin
, hep bir adım gerisinden gülümseyen sessiz bir denizfeneridir o.. Günümüz şiirinin, magazinleşme sürecinden çok uzakta olmamasına rağmen, bütünsel bir ilişki içinde dile getirdiği duygularıyla metafizik karşılığını vererek okuruna.. Belki de çoğumuzun yabancı olduğu Ermeni edebiyatının mahmuzsuz bekçilerinden yalnızca biri.. Bir yandan, her gece kendi kimliğinin yalnızlığını çektikçe içine.. Kent ışıklarının, rüzgarla birlikte, bir yanıp bir söndüğü, biçimsiz kaldırım taşları üzerinde, savrulan yaprakların örtbas ettiği sessizliğe kendi ayıbını katarak..
Geceleri bekleyenler, daha mı yalnızdırlar yoksa günleri eksiltenlerden..***
***“Geceyapılı zayıfbekçi ile zayıfyapılı gecebekçisi rastlarlar birbirlerine/ Biri kurar babayadigarı zamangöstericisini –diğeri zamanyadigarı babagöstericisini/ Sonra ikisi birden bakarlar gökyüzüne/ Biri görür gözkamaştıran ayışığını – diğeri aykamaştıran
gözışığını”..*** Sahip olduğun bütün renkleri al ve yüzünü yeniden çiz bakmaya doyamadığın aynalara.. Ele avuca sığdıramadığın o aynalar ki, gözlerindir sadece.. görmekten yorulmadığın...
Ya da vakit varken..olmadığına kendini inandırdığın..
“Bütün renkleri/ Bütün ışıkları/ Bütün aşkları/ çıkartırsan hayatından/ İşte kala kala/ siyah kalır sana/ Al tepe tepe kullan”..