“ Faili meçhul cinayetin prova öncesi “
….
Cesedime suni teneffüs yapılırken
Yürek damarlarımda aşırı dozda rastlanılan
Yalnızlığına inat
Gözlerim hep aynı saatte
“ Sana “ tehirli kalıyordu.
Yokluğunun darağacında
Bir şiiri kurban ederken
Sesini yarsızlığıma yâr ediniyordum
Yokluğunun kalabalığına yara kabul ediyordum.
Gözyaşlarımda kurulamaya niyetlendiğim
Bir kız çocuğunun kurak tebessümlerinde
Can çekişiyordu birkaç kelebek.
Tuzu eksik uykusuzluklarımdan
Gözlerine firar ederken
Her gece özlemine bedenimi tutuşurken
Dua üstü yakalanıyordum.
Ve faili meçhul tüm depremlerin enkazında
Ayrılığa atıfta bulunan
Tüm cinayetler üzerime kalıyordu.
Oysa yüreğim,
Kadavra hükmü zaptına geçirilse de
Üşüyen damarlarımın
Birkaç nefeslik hayat belirtisinde bile
En çok gözlerine/ gülüşlerine rastlanıyordu.
….
“ Faili belli bir cinayet sonrası “
Kemiksiz acılarımdan sızan
Bir kadeh tuz öpüyor yaralarımdan beni.
Ulu orta sızıyorum ayrılığın ortasına.
Bir yalnızlık yalpalıyor içimi.
Yüreğimde onurla taşıdığım çelimsiz bir cinayet.
Yalın ayak cümlelerimden falakaya yatırılıyorum.
Sevdaya arka çıktıkça
Cümlelerimin ümüğü sıkılıp
Dudaklarıma on puntoluk suskunluk dikiliyor.
Orta yaş sancılarına varlığımla omuz verirken
Bir anlatım bozukluğunda
Nefesimdeki “ senin “
Son nefesini veriyor yüreğim.
Sesine kıvrılıp
Varlığına uzanmışken
Falakaya yatırılmış bir uykusuzluk.
İman tahtasına değen
Kör bir bıçak.
Yağmaktan kuruyan
Bir nehir gibi bir çift göz.
Üzerime bir beden bol gelse de
Kabir azabı gibi içten içe
Sızlayan bir unutulmuşluk.
İsmail Sarıgene